25 Haziran 2013 Salı

öykü kendini atalete yazdırdı... canıtın da gaga attı...

daha normale dönemem..
ama her fırsatta.. deniyorum..

ben önemsizim tabii...
ama hayat normale dönmüş gibi oluyor bi an.
belki etkisi olur diye umuyorum..

videoya bakıp bir öykü yazacaksınız derginin istediği bu..
on birinci kez istiyor bunu. 

bu sefer.. videoya bakarken şu kayıplar..
isyanlar..  
acılar ve sessizliklerin çığlıklara.. haykırışlara karıştığı bir zamanı yaşadığımız günlerde..
bir kadın belirdi önce gözümün önünde.. bir adam.. bir hayat ve..
ilk defa.. bir de isim belirdi.. bu adama bir isin verdi beynimin kabuunun altı..
öykü kendini bana yazdırdı.. ben yazmadım aslında..

öyküyü dergiye göndermeyeceğim ..
ama burada paylaşmak istedim..

video için.. tıklayın.
sonra okuyun dilerseniz..
**************


son çay bardağını tepsiden masaya koyduğu anda..
"anne... biz gidiyoruz.. göçüyoruz..  erkanlar da  geliyor" dedi kızı..
erkek kardeşinin eline yapışmıştı.. itiraz bekler gibiydi.. biraz yüksek çıkmıştı sesi de..
baktı masanın başında oturanlara.. altı çift gözbebeği onun yüzüne kilitlenmişti..

nefesini tuttu.. akşamın başından beri bekliyordu zaten.. hatta sabahtan beri..
tepsiyi göğsüne bastırdı..
sıkı sıkı kucaklayıp odadan çıktı.. mutfağa doğru yönelmişken vazgeçti..
sokak kapısını açtı.. çıktı bahçeye..
işte tam orda kesildi dizlerinin bağı.. çömeldi duvarın dibine..
hala tepsiye sıkı sıkı sarılıyordu.. farkında değildi..

"bunlar abi kardeş bayramdan bayrama bir araya gelmeyi zor başarmışlar.. ne var da bugün ikisi de ayrı ayrı aradılar .. akşam sendeyiz dediler.. var bunun altında bişey.. dur bakalım hayırlısı" demişti ethem'e sabah telefonu kapatırken ..
ethem.. "ne fesat kadınsın.. çocuklar ziyarete gelir.. altında bişey var.. gelmez.. altında bişey var.." diye sinirlenmişti hafiften..
sonra "ben çıkıyorum kahveye.. eksik bişey var mı.. getireyim gelirken" deyip kapıyı çekivermişti..
sokak kapısının örtüldüğünü mutfağa girdiğinde duydu..
arkasından "yok bi eksik" diye seslendi suratını asarak..

kolayı buydu ethem için.. kapıyı çekiverip çıkmak..
hayatın üzerine perde gibi kapıyı örtüvermek..
acılardan.. kavgalardan.. yokluktan ve  eksikliklerden kaçmanın yolu buydu..
tartıştığı kızdığı asla duyulmazdı..
bi bakarlardı ethem odada yok..
kapıya bakarlardı.. ayakkabıları yok.. ethem evde bile yok..
giyiverdiği gibi çıkardı evden.. "zayıf adam.. zayıf.." diye homurdandı buzdolabını açarken..

nasıl da ayrı düşürüyordu insanları yaşam kavgası.. ekmek kavgası..
tanıştıklarında suskun olan kendisiydi..ethem alıştırmıştı onu konuşmaya..
bir tek onunla uzun uzun tartışır.. fikir ayrılıklarını konuşur..
orta ya da ortak yolu buluverirlerdi.. 
yenemeyecekleri zorluk yokmuş gibi gelmişti.. böyle evlenmişlerdi ..

karı koca olarak eve ilk girişlerini anımsadı.. biraz tedirgin.. biraz şaşkın.. çok heyecanlı..
o zaman da eskiydi ev.. ama şimdi kendisi gibi iyice yaşlanmıştı.. 
duvarlar yıllarca kat kat boyanmaktan inceli kalınlı çatlaklar.. kabarıklıklarla dolmuştu..
ilk yıllarda hep bir heves.. güzel heyecanlar .. kızları doğduğunda hele .. 
umutlu gelecek hayalleri ile doluydu ev ve yürekleri..
ama zaman içinde.. oğulları doğup.. çocuklar okul yaşları gelip..  
istekleri ihtiyaçları arttıkça..
yoksulluğun gözü körolsun.. ethem giderek sessizleşmiş içine kapanmıştı..

güç bela büyütmüş evlendirmişlerdi ikisini de.. yalnız kalmışlardı evde..
bir ümit kıpırdanmıştı içinde..
şimdi eskisi gibi gene konuşur tartışırız.. diye..
kimbilir yeniden arkadaş oluruz birbirimize diye..
ama yaşam boyu başarısızlığının tanığı olarak gördüğü kadınla ethem'in.. 
artık paylaşacak sözü kalmamıştı.. sessiz ve içine kapalı yaşıyordu.. emanet gibiydi.

"göçüyorlarmış.. 
haklılar tabii.. ama biz.. ne yapacağız.. nasıl yaşayacağız.. ne çok özleyeceğiz.." 
canı yanıyordu.. 
"canım yanıyor .. bağrım"diye çöküp kaldığı yerde sallanıyordu..

sonra içerden gelen sesleri farketti..
seslere sinmiş korkuyu .. paniği farketti..
koşarak girdi içeriye odaya.. ethem oturduğu yerde gözleri kapalı yüzü bembeyaz..
oğlu telefonda evin adresini veriyor sesi boğula boğula.. 
kızı babam deyip duruyor elinde babasının eli.. 
torunlar annelerine sokulmuş.. hiç ses çıkarmıyor.. 
en küçük yüzünü gömmüş annesinin göbeğine..

"ethem" dedi.. bağırmak istedi.. ama fısıldadı sadece.. 
"ilk defa ben çıkmıştım evden be ethem.. ilk defa ben çıkmıştım.."

ona mı öyle geldi.. yoksa gerçekten gülümsedi mi ethem.. kapının önünde bir hareket oldu..
hasta bu evde mi diye soruyordu ambülans görevlisi...

 **********

belki de hiç tanımayacağımız.. dostlara..
güzel günlere ve güzel insanlara...

ethem kardeş.. nur içinde yatsın.....

Image Hosted by ImageShack.us

24 Haziran 2013 Pazartesi

gayet gayrı bilimsel ilimsel non etik ve duygusal hatta karamsar bir canıtın'sama

bazı şeyler yazıcam dilerim sonradan gereksiz bulmam bunları yazmış olmayı..

ama ben böyleyim birisine anlatırken ve ya yazarken netleşiyor benim fikirlerim..

mesela elitizmden söz etmek istiyorum..

Elitizm (veya seçkincilik), bir elitin (seçkinin) veya bir azınlığın yönetmesi gerektiğine inanma veya yönetim işinin bir elit veya azınlık tarafından yapılması anlamına gelir.

üç tipi var.. platonun ileri attığı.. "kral yönetsin" temali olan.. klasik olan ve modern olan..

ama bizim dilimizde.. elitizm aslında.. entel gibi algılanıp..
küfür gibi kullanılmakta..

neden bu köşeden girdim lafa bilemiyorum..

orta okul çağlarında descartes'ı.. voltaire'i.. fransız devrimini..
aydınlanma çağının filozofları şairleri yazarlarını okuyup gelip üniversitede..
demokraağğğğğğğğsi diye bana nutuk atmaya çalışan farklı gruptan sınıf okul arkadaşlarıma karşı hissettiğim yetersizlik duygusu ve sinirlenme.. 
mesela anlatmak istediğim..

demiyorum ki.. ağzın dilin bile dönmüyorsa sus..

diyorum ki..
aklın bunca hızlı çalışırken.. ağzın dilin neden hala hatalı konuşuyor..

birileri gelip bana layık turkiye dediğinde de..
bana laisizmi anlat diyesim geliyor..
evet bence de türkiye laisizme layık..

ne bileyim işte..

entel den girdim yola diye..
böyle gideceğimi sanmadınız elbet .. umarım yani..
yav bi de rüzgara karşı var mesela.. diğer adıyla..
s.dik yarışı..
ay bu nasıl bir bulaşıcı haldir..
zaman zaman kendimde de semptomlarını yakalayıp..
derin bir nefes alıp duruyorum..

ben üç gün gittim.. ben twitterda destekledim..
çok üzüldüm ama en çok ben üzüldüm valla bak ben çok ....
hmm..

bi de katı'cılık var mesela.. ben taktım evet bu adı.. ne var..
sarı kırmızı akar.. ay pardon.. kemalizm.. ulusalcı değilsen konuşma.. benden değilsen nefes alma.. 
ki esas bu kişiler.. öteki dememiz yasaklanmış olan ama ne diyeceğimizi bilmediğimiz kişilerdensen zaten ağzını sakın açma..

hmm..

benim çocuks'a altı sene bakan bir kadın vardı.. bulgaristan göçmeni.. köyünde halli vakitli iken..
(ne gerekse) köyde üç katlı ev yapmış iken..
bir gecede ya git ya öl denilenlerden.. doksanda gelenlerden..

namaz kılardı.. düzenli..
kıble diye batıya döndüğünü farkettik bigün.. aman dedik kıble bu yanda..
naah dedi.. ben hep böyle kılarım..
vatikana doğru kılıyor kadın namazı..
ama zaten yaradan yukarda dedim fazla dürtmedim.. bana inanmayınca..

yeşil fasulyeyi biz hayvanlara verirdik derdi..
asla ağzına sürmezdi..
ve kırmızı biberi yumurtaya bulayıp kızartırdı..
onun yerine..
ben tatmıştım üzeri yağdan parlamış yer yer yumurtası bulaşık kalmış yer yer soyunuk biberi.. sevmemiştim.. 

zorunlu hizmete g,ttim de ben..
tarhananın plakalar halinde yapıldığını gördüm.. 
yarma buğday ile..
ister ıslat çorba yap..
ister azıcık kızart gevrek niyetine üzümle cevizle ye..

iki türünü de denedim.. gevrek halde daha çok hoşuma gitti.. 

yerli biri vardı bir doktor.. evli çocuklu ve yerli..
akşam aldığı gibi evine götürdü beni..
daha tanışalı beş dakka olmuş..
adamın adını öğrenmemişim..
sabire ablan bekliyor dedi bana..

sabire abla alem kadın çıktı.. tam bir mozaik.. nefis..
ayağında şalvarı..
ama araba kullanıyor deli buhur gibi..
kahkahası havaları çınlatıyor..

malur severmisin dedi bana..
malur ne ?
malur ayol dedi..
bildiğin malur..
e ben bilmiyorum ki malur..

gösterdi sonra marul muş..
bir tek harf bu kadar mı değiştirirmiş anlağı.

valla hava yapmadım..
anlamazlıktan gelmedim..
anlamadım bildiğin..
ama sordum nedir diye.. bir yöre yemeği filan mı ki sandım..

üf üf.. tamam çok kopuk gidiyor..
ama..
bir de ilkokul dörtte bıktım ben artık atatürkten diyen bi çocuk geldi aklıma..
nasıl da ince yerimden vurulmuştum..
ama sonra devam etti başka hiçbirşey öğrenmeyecek miyiz..
diye anladım ne demek istediğini..
anne frankı da içselleştirmemişti bu çocuk..
ağlatana kadar üstüne gitmiştim..
meğer gerçek  anı defteri olduğunu bilmemişmiş..

tedrisat bozuk..
kafa yapıları da..
kafalara odun vurmak isteyen her bir zihniyet de..

atalet parka gitti.. 

gene de gidecek..
ama esas fikrim.. arzum.. şu.. artık..

ben parkın üstünde canıtınla bir dolansam da..
bana gerek olursa arada iki gaga atsam..
yoksa bunca fikir eş zamanlı aynı yere doğru hayatta gelişmez değişmez geri gitmez ilerlemez..
en azından bizim gerek duyduğumuz kadar hızlı olmaz..

benjaminim vardı hani..
ellerimle daha doğrusu bilinçli ihmalimle  öldürdüğüm yirmi yaşındaki ağlayan ficusum..

21lik bir yaprağına asılıvermişti ..
ortadan kopmuştu yaprak..
anında bir damla özsu oluşup toplanmıştı.. bir ucunda kopan yaprağın..
ağlıyor bak demiştim..
21lik de tek gözünden bir damla yaş dökmüştü..
bir daha herhangi bir çiçeğe el attığını görmedim..


sev diyorlar..
sevdiğimi de eleştirebilirim..
onaylamayabilir.. hiç hoşlanmadığım şeyler yaptığında dile getirebilirim..
ama kusura bakılmasın.. bunca kocaman değil benim kalbim.. sevemem herkesi..
ve ayırırım sapla samanı..
ve artık köktenci katı söylemler kanımı zıplatıyor benim..
sevdiğimden gelse bile.
evrene kulağını gönlünü açarak yaşadığını iddia eden de yapıyor bunu.
ben de yapıyorum elbet..
tek savunmam ben bana yapıldığında yapıyorum..
aksiyon- reaksiyon.. desem de..
 savunma durumunda kalmam cezamı hafifletmiyor..  üstelik. kendime de sinir oluyorum..

başlamış olayların açtığı yolda giderken bir anda obabaşı olası gelene de..
anlamadan savunana da..
herkesi bilmez.. kendini uzman çavuş sanan da..

elli derece sıcaktı hava..
çekirdek ilkokul yaşında bile değil..
datçadayız..
suya bir giriyor daha da çıkmıyor..
giyinirken dolabın önündeki perdeyi düşürüp.. 
askının kenarındaki çiviye de basmıştı ayağını yaralamıştı..

sinirlenmiştim ..
şimdi tetanoz aşısı= suya girme yasağı=bütün gün vızırdayan bir çekirdek..
ne işin vardı diye homurdanma ile geldi elbet sonucu..

21lik abisi.. demişti ki..
giyinirken takılmıştır.. düşünce de korkmuştur kaçmaya çalışırken basmıştır..

durakalmıştım..
göümün önünde.. minik ayağını kaldırmış mayonun bacak yerinden geçirmeye çalışırken dengesini kaybeden düşmemek için perdeye tutunan.. perde düşünce askısıyla beraber ödü kopan mayosuz donsuz kaçmaya çalışırken bir de çiviye basan minik kara gözlü kız çocuğu gelivermişti..

öyle mi oluyor o tuhaf ve sinir bozucu kazalar demiştim..
evet demişti..

zor geçmişti gerçi gün..
ama sinirli olmayınca zor güne bile kolay katlanılabiliyor..

ay ben de bilmiyorum ne dediğimi..
ciddi bir değişim filan diyenler var ya hani.
ben artık azcık onlara da şüpheyle bakıyorum..

ama bir ek ve sadece bunun bir isteri krizi gibi..
amaçsız ve ereksiz kalmasından korkuyorum..
güzel bir şeyin çöpe atılmasından..

sonuç dersen blog..
herkesin duyarlılıklarının yüksek olduğunu..
ama duyarlılık denen şeyin bi faydasının olmadığını..
çünkü kimyadaki gibi giden ve geri dönen oklarla değil hep kendi duyarlıklarımızdan bahsederek..
duyarlığı katılaştırmaya başlayan bir ortamın oluştuğuna inanıyorum..

neyse ki işim var..
ve uzun bir mesaim..
de..

hansaplast olma iç güdüm makul mantıklı davranmak zorundakalışımla dengeleniyor..
  zor bir dönemden geçiyorum..
yalnızlığın dayanılmaz ağırlığı ile..

ne egoistsin atalet.. ha bire kendinden bahsediyorsun..
evet.. zira benim bilogum ..
ve benim güncem ve duygularım.. üç sene sonra okuduğumda yabancı gelecek.. ne tuhaf dedirtecek ..
kendi kişisel tarihim..
sonuçta asla  felsefi ya da politik ya da entel  blog demedik buraya.
altı dantel üstü kristal sağı solu bağlık bahçelik.. tepesinde canıtınla bir garip yer burası...

ve ayrıca ciddi bir analiz filan istiyen varsa ..
kesinlikle yanlış adreste arıyor bunu..
her köşede  bir analist var ki..
onlar okunabilir daha çok ayrımcılık duymak için.. 
ben birleşememenin acısını hissetmek istiyorum dibine kadar...

Image Hosted by ImageShack.us

19 Haziran 2013 Çarşamba

atalet parka gidiyor.. canıtın da yanında.. sen de git...

"gezi parkı dirilişi"  sırasında..
en az beş yazı yazdım..
ama hiç birini yayınlamadım..
hepsi bilgisayarımda kayıtlı duruyor..

belki daha sonra..
anılar olarak yayınlanacaklar..

çünkü yazarken.. o anı duygusal olarak yaşayarak..
geçmişten.. çocukların çocukluk anılarından yola çıktığım yazılardı..
derinlerde kalan anılarımı canlandırdı..
duruma da o gözle baktım..
yaşananlarla değil kendi kişisel tarihimle ilgili olduklarını farkettim..
ve gereksiz geldiler özüme..

bir kaç ay önce sesim kısılmıştı ancak fısıltı şeklinde çıkıyordu..
ve insanlar da o yüzden benim konuşmamam için daha az soru sorar..
daha az gereksiz muhabbete girer oldular..
sonuç mu..
birden dinlendiğimi hissettim..
ve sesim açılmasına rağmen devam ettim susmaya..
ta ki dahiliyeci dostum çok uzadı artık buna bir baktıralım endoskopı filan diyene kadar..
şimdi gene söz tüketiciliğine başlıyoruz diye üzülerek..

susmak ..
ses çıkarmamak ..
durmak gibi.. 

bir kez de bebekte oturmuştum anımsarsınız..
ve insanlar etrafımdan akmıştı..
ben gözlerimi uzağa dikmiş..
akanlardan parça parça yansıyanlarla yetinmiştim..

sonunda sokaktaki bir berduş bana .. muhtarımsın demişti..
ben o gün o banktan çok dingin ve dinlenmiş kalkmıştım..

bu susmak ve durmak..
gün boyu günlük saçmalıklarla yorulan amaçsızlaşan koşturan ruha çok iyi gelir..
kendi iç sesini iç gücünü iç amacını bulursun..

bu yüzden bir çok dinde.. susma ve odasında kalma anlamına gelen inziva kavramı vardır..

yaşadıklarımız yetmezmiş gibi..
bir de onları anında paylaşma olanağı sağlayan sosayal media..
o da aslında bir ek görev halinde..
yanlış anlaşılmasın..
hayat kurtarıcı olduğunu bilerek ve o şekilde hayat kurtarmaya çalışmış olan biri olarak..
değerini biliyorum..

ama düşünün hele..
yemeğe gittiğiniz arkadaşınız size ayırdığı 2 saatlik sürenin ne kadarını..
bir yandan fotoğraflayarak başkalarına göstermeye..
ya da..
başkaları ne demiş onu görmeye ayırıyor..

sosyal medianın bence en önemli tarafı..
bizi yalnızlığımızdan koparmak..
yalnız değiliz hissi vermek..
çünkü yalnız değiliz..

ama bu kocaman şehirlerde..
bu manasızca uzun mesailerde..
bu fazlasıyla kalabalık trafikte sosyalleşebilmek pek zor zahmetli ve caydırıcı..

o yüzden kolayılaştırıcı..

ama biz blogcular olarak biliriz ki..
yazılı olanda yanlış anlaşılma çoktur..
sözcükler esnektir ve bazen insanı idade etmeyebilir..
herkes bloğunda en az bir kez yanlış anlaşılmıştır..

demem o ki..
ülke içindeki ya da dışındaki sanal dostun..
seni sever.. seninle aynı görüşte olabilir.. aynı zevk ve fikirde
ama senin ayağın takılıp düşerken orada değildir..
bir klavye ötededir..

bizler biraz da beklentilerimizi karşılamayanlardan bizi yoranlardan sıkılıp yorularak..
kendimizi ifade etmeye her kalktığımızda birilerinin bağırarak üste çıktığı konuşmalardan saklanmak için..
kendi fanuslarımıza saklandık..
zatenli cümleler kurduk.. zaten bu halk ya da zaten biz..

ammaaaan'lı kalıplar kullandık..
ammaaan bir tek oyum var.. onun dışında yapılanları görsem de ne etkim var ki..
öğrenmeyeyim diye haberleri dinlemez.. gazete okumaz olduk..
konuşmaz olduk..

mayıs ayı başlarında..
klinikten çıktım ve hemen  yirmi otuz metre ilerde genç bir kadının bir eliyle duvara tutunmuş olduğunu gördüm..
yüzünde bir acı ifadesi ile orda duruyordu tek başına..
ben yanına gidene kadar..
hiç kimse onunla ilgilenmedi.. 
oysa çok kalabalık bir caddeydi ve en az yirmi kişi yanından geçti..
ben beki de hekim olduğum için..
bilmiyorum sade vatandaş olarak yapar mıydım..
iyi misiniz dedim yanında durup..
ayağımı burktum dedi.. basamıyorum..
yandaki çiçekçi kadının taburesini aldık..
oturttuk azcık..
sonra elini omuzuma koydu zaten iş yeri yakınmış.. az basark az bana yaslanarak.. 
ofisinin kapısına kadar eşlik ettim..
orda bir arkadaşı devraldı kadını.. 
kimse olmasa masasına kadar eşlik edecektim..
kliniğe gelmesini ..
tekerlekli sandalye ile almayı filan da teklif ettim.. ama böyle tercih etti..

de ki kimse farketmedi.. ille bir iş arkadaşı geçsin diye beklemek zorunda kalacaktı..
ofisi oralarda olmasa.. geçerken başına bişey gelse.. belki twit mi atacaktı..
şu sokaktayım. acele yardım..

çok üzülmüştüm..
bin9yüzseksenlerde okuduğum bir redırs daycest  anektodu geldi aklıma..
londrada bir kadının düşüp bileğini kırdığından..
sabah işe gitme saati olduğu için yanında yüzlerce kişinin yürüyüp geçtiğinden.. kadının üzerine basmamaya dikkat etme dışında kimsenin bir şey yapmadığından..
kadının bir saat sonra..
taksisini durdurup yardım eden ve taksisiyle onu hastaneye kadar götüren bir hint kökenli ingiliz vatandaşı tarafından
kurtarıldığını anlatıyordu..
hintli ingiltereye yerleşeli altı ay olmuştu..

şehir deformasyonu..
kapımın önünde çantamı çaldılar benim.. birkaç yıl önce..
"komşu"sal desteği bir o zaman gördüm.. birisi lütfen..
evime giremediğim için evine aldı ve telefonunu kullanmama izin verdi..
ama polis geldiğinde kapısını kapamıştı bile..

birişyeri bekçisi araba park etme nedeniyle "sıkarım" diye tehdit etti.. çbyi..
çb polis çağırdı.. diğerleri..
aman ne gerek var elini öptürelim özür dilesin dediler..
çünkü biz onlara onlar bize.. komşu değil insan değil..
sadece günlük rutinlerinden çıkma nedeni olduk..

oturduğum semtte bir park var.. güzel bir park..
sadece bir kez gittim..
bir çiçek şenliği yapıldığında..

ben şanssızım biraz.. oturduğum bölgede yaş ortalaması çok yüksek..
ve iş yeri haline getriilmiş müstakil evlerin sayısı da öyle..
nerdeyse ıssız diyeblirim..
büyük kısmının yazın da yazlığa gittiğini göz önüne alırsak..
"hiç biryer"in tam ortasında gibi...

zaten akşamın bir saatinde geldiğim evde..
teve karşısında..
elimde kitabımla..
kucağımda leptopla sanaldan haberleşerek..
kitabımı okuyarak.. yaşıyordum..
mutsuz muydum hayır..

ama şöyle de tuhaf bir durum vardı..
o an .. kapı çalsa veya telefon..
ve birisi bu ortamı bozacak olsa hoşlanmayacak halde idim..
ne kadar zamanda bu hale geldim bilemiyorum..
comfortably numb..
konforlu bir uyuşukluk içinde..
yaşamayı ne kadar zamanda benimsedim..

bişey daha..
dostum bana bir konuda bir şey sorsa..
yazdım ya orda burda şurda diyecek noktaya geldiğimi de farkediyordum..
şimdilerde de var..
ay duydun mu..bıdı bıdı..
dediğin anda cevap hazır..
paylaştım  ya feysimin bukunda..
ya da..
o eski haber bak daha yenisi şu..
buna da sözel iletişim mi diyoruz artık..

dün akşam ben evime yakın bir parka gittim..
üzerime bir kimlik  az bi para elimde marakasım.. 
(çıkarken tencere tava çalma saatimizdi
çala çala yürüdüm parka kadar..)..
sigaram ve cep telefonum..
evden kimse gelmedi..

ve gittim.. ne yapacağımı bilmeyerek..
dururum otururum birileri varsa bakarız diyerek..
bir iki arkadaşımı davet ettim gelin diye yoldan.
birisi çok yorgundu..
diğeri güldü durankadın mı olucan dedi..
diğerinin doğum günüsüymüş..

ben dün du bakalım deyip parka gittim...ve ..
eve gece yarısını geçe döndüm..
aynı benim gibi düşünen insanlar buldum..
anlatmaya duyulmaya paylaşmaya gereksinim duyanlar ..
biz 1960larda diyenler..

bir de gençler vardı..
anıların anlatılmasını.. sabırla dinlediler..
sonra..
bir düzen olsun bak çok insanız dediler.. yavaş yavaş oturduğumuz yerden değil..
ortaya çıkıp sıra bekleyip konuşmaya..
belli bir süre konuşmaya..
başladık..

biz konuştuk..
endişelerimizi konuştuk..
yalnızlığımızı konuştuk..
aman konuşsak da birşeyi değiştiremeyiz ki duygumuzun bezdiriciliğini anlattık..
ben ne mi anlattım..

ben bu işte kendi yerimi bulamama duygumu kendimi fuzuli hissettiğimi anlattım.. 
ve gözlemlerimi..
yok yazdığım gibi yapmadım..
hiiç uzun konuşmadım =P..

çocuklar da anlattılar..
ve bizler hepimiz çok keyifle ayrıldık ordan..

az sonra twitterda gördüm..
16 yaşımdayım  ve daha önce böyle bir  ortamda bulunmamıştım..
çok keyifliydi  diye yazmıştı bir yeni genç dostum..

benim diyeceğim budur..
artık yeniden normal yaşamıma dönüyorum demeyin..
tuhaf bişey yapın parka gidin..
evinize en yakın parka gidin..
en azından bir kere gidin..


Image Hosted by ImageShack.us
Follow my blog with Bloglovin