30 Eylül 2012 Pazar

yazdım sildim.. tekrar yazdım .. ne demek istediğimi de bilemedim...

bir süredir ertelediğimişlerimi toparlamak için bir kaç gün zin aldım..
uzun süredir bunu yapmamıştım..
uzun zamandır..
hobi niyetine yaptıklarım ..
evle ilgili olsa.. da..
ruhumu katmamış..
kattığımdan bunca keyif almamıştım..

bardak dolu bardak boş diyenlerden farklı olarak..
hangi bardak demiştim..

eşyalara.. nesnelere ruh vermemiş..
olanı ancak hayatta tutmuştum..

evin kalbi mutfaksa..
ruhu da  kadın..
ben ruhumu martı kanadında koyvermiştim..
kısa molalarda ev keyfi yapsam da..
yorgunluk bezginlik ya da sıkı bir gezme hali nedeniyle..
koltuğu ısıtmadan kalkıveriyordum keyif köşesinden..

bir uyuşuklukla bir umursamazlık hali..
aslında bu.. diye başlayıp sonrasında..
amaaan boşver kim uğraşıcak şimdi.. noktasına çok hızlı geçiş..

işte bu nedenle bu birkaç günde.. ev yaşadım..

ilk gün akşam üzeri çekirdek eve döndü.. kapıyı açtım..
hoşuma gitti yalnız dedi..
evde olman..
sonraki gün hevesle geldi..
büyük bir hevesle..
evde misin.. diye..
ctesi hiç çıkmadık evden ta akşam üzeri.. pizza yemeye çıkıldı o kadar..

alıştım dedi evde olmana ne iyi geldi..

bana da..
bana da onun bu söylediği iyi geldi..  iyi geldi..
evcimen ve evsel şeyleri sırtlanmak istemedim hayatımda hiç..
sözcüğüm sırtlanmak..
ben hep keyifle yapanlardan oldum aslında..

çb oğlunu aradım yemeğe gel dedim o da olur dedi..
dedi..
akşam üzeri..
oldukça geç bir saatti.. 
et var mı evde.. alayım mı..

etçildir 21lik..
üstelik artık nerdeyse iki yıldır kendi yemeğini hazırlıyor..
ve et konusunda çok iyi..
ona   şu sevimli ingilizxy aşçıyı tanıttım..
onun eğlenceli yemek yapma yöntemlerini izleyip..
ustalaştı..
benden ilk tarif aldığı günleri anımsıyorum..
telefonu kapatmama izin vermeyip..
soağnı ne  kadar kavuracağını..
domatesi nasıl doğrayacağını anlattığım zamanlar..
baktım  kurabye filan da yapası var..
mini fırın aldım ona..
tam donanımlı mutfağı...
mikro dalga mni fırın..
robotu ve hatta capucino köpüğü yapan aleti bile var..
gerçi arada onunla buzluk temizlemeye da kalkışıyor ..
oyuncudur..

kuş başı olsun dedim..
saime hanım yaparı..
düdüklünün ortasına bir tam soğan..
elbette kabuğu soyulmuş..
etrafına süzgeçte yıkadığı kuşbaşları ama çok da beklemeden acık suluca..
altına maydanozların saplarını koyardı düdüklünün..
bu kadar..
düdük ötünce 20 dakika..
benim düdüklüde bir de ara parça  var.
buğulama yapabiliyorsun.
patates dilimledim oraya..

bulgur pilavi yaptım bir de..
çünkü  dolmam vardı çünkü.. eskiler aynı türü kullanmayı sevmezdi.
yayla çorbası.. pirinç pilavı ve  zytinyağlı dolma..
asla olmayacak bir mönüydü..

osalata yaptım sonra..
önce domatesleri doğradım.. diğerleri doğranana kadar suyunu biraz salsın diye..

limon sıktım ama tuz eklekmedim .

ne çok şey biriktiriyoruz beynimizde.. ne çok bilgi..
ne çok ayrıntı.. 
ve nasıl duruyorlar yerlerinde..
gerektiğinde kullanılmak üzere.

.
sofra kurdum sonra şık ama sade..
konuk ağırlar gibi..

bunlardan sıkılabildiğim..
homurdandığım zamanlar geldi.
aklıma..
ve 
.belki de.. hayatın önemli bir bölümünü kaçırdığımı düşümdüm..

sonra bu sabah düşündüğüm şey geldi aklıma..
hani kendimi kötülediğim.. kendime öfkemi haykırdığım zamanlarda..
arkadaşlarımın ama  memnundun o zamanlar da..
demelerine kızmam..
değildim.. memnun olmak zorunda hissediyordum kendimi..
madem yaşadığım bu bari seveyim diyordum..

bunların doğru olmadığını düşündüm..

ben anlayacğınız beni bana bıraktım..
bir salındı iki salındı durdu..
keyifle aynı noktaya geldi..

-oğlun yoldan mesaj attı..
trafik kötü yoldayım sakın bensiz  başlamayın diye..

oturduk sofraya.. çekirdek duştaydı..
herzaman ki gibi..

bazen herşey her zamanki gibi olur..
ama siz dışardan bakarmışsınız gibi olur hani..

bir farklılık vardır aslında..
ya da yoktur ama..
o her zamanların zamanı geçmiş gitmiştir..
bir toz kaplıdır sanki ya da cam buharlanır hani nefesinizden..
siliversen elimin yan kenarı ile..
berraklaşsa ortalık..
ama yapamazsın manevı toz ya da buğu..
öyle camdakine benzemez..

sen çok güzel ızgara et pişiriyorsun diye..
ben düdüklüde pişirdim eti..
dedim..
neden dedi..
gereksiz kompetisyon olmasın diye dedim..
ohh bedavadan doyurdum karnımı dedi yemek bittiğinde..
bedava mı dedim..
evet dedi..
emeksiz olmuyor çünkü..
bu akşam emeksiz doyurdum karnımı..

hayat bazen sizin öğretmeye çalışıp öüretemediklerinizi..
ya da aklınıza bile gelmeyenleri öğretiyor çocuklara

sakin bir akşamdı..
ama yine de bir gergin miydi ortalık..

manipülasyonu bilirim ben dedi..
onı bana bırak..
demek gergin değil de..
manipülatif..

philippe noiret'nin oynadığı bir gerilim izledim bir yandan..
zaten onu izlerken hadi yazayım dedim..
sonra birden silmeye başladım yazdıklarımı..
kıme ne gerek şeklinde..
gittim face'e.. bloğun feysin ne manası var kı dedim..
lalem ve çiğdem utandırdılar beni..
döndüm buraya yazının kalan kısmının ucuna devamını ekledim..
bu da burda dursun işte.. diye yazdığımda başlamıştım silmeye..
yine onunla bitireyim..
bu da burda dursun blog..

Image Hosted by ImageShack.us

20 Eylül 2012 Perşembe

saime hanım.. pudriyer ponponu.. değişim ve dğerleri hakkında..

pudriyer ponponu.. bugünkü yaşam biçiminde nasıl naif ve  abes bir ayrıntı...


"Time is a dressmaker specializing in alterations" 
 ~Faith Baldwin~

"zaman değişim ustası bir terzidir" 

kimdir bu hatun kişi bilmiyorum bile..
orda duruyordu bu cümle..
okuduğum yazının altında..
yazı makaralar hakkındaydı..
nostalcia izınt glam / diyor ve devam ediyorum.

bu aralar değişim sözcüğü.. seçici algıma zıplayıp duruyor..
eçızgıposta kutumda duruyordu değişim..
insanı heyecanlandıran bir sözcüktür diyordu..
o heyecanla iyiye mi değişiyoruz kötüye mi diye bile sorulmaz hatta..

işte bu yazıda da var..
değişim..
makaraların değişimi..
tahta makaraların güzelliği.. etiketleri.. 
şimdikilerin plastik hali..
sevimsizliği..

ben de tutkunum tahta makaralara..
hatta artık üretilmediklerini keşfedince toplamaya başlamıştım.. ordan burdan..
hoş bir koleksiyon olarak duruyor.. topuk yumurtası.. tahta makaralar ve benzeri şeylerim..

konum makara değil..
değişim de değil.. aslında konum saime hanım..
ama saime hanım herşeyle bağlantılı biri zaten..
=)

bir hasta yatırdım düm..
sık sık yatar ..
patronun çocukluk arkadaşının annesi..
minicik bir kadın..
pozitif..
sevecen..
adile naşit in bel ağrılı versiyonu..
bana kraliçem der..
ben de ona yaka çiçeğim..

gelini fransada bir kozmetik  marka sında çalışıyor..
parfüm kokluyor.. özel bir burnu varmış..

ne aman gelse.. ille elinde bir armağan olur.. ya kendi örmüştir.. mordur..
ya da ille bir fardır rujdur..
bu sefer..
bir pudra ponponu çıktı bahtıma torbadan..

gittim gene geriye..
zaman makinem tek yönlü benim.
hemen çocukluğuma götürüyor.. 8-10 yaşlarıma..
saime hanımın tuvalet masasının üzerinde bir chanel beş şişesi bir de pudra kutusu dururdu..
sarıyı sevmeyen saime hanımın sarı bir pudriyeri vardı..
kapağında goblen işlemesi  olan..
aynalı filan pek kadınsı birşeydi..

pudra konulan kısmının üzerinde bir kapağı vardı.. 
bir halka üzerine gerilmiş ince delikli bir kumaş.. organze belki..
pudriyer ponponu da onun üzerinden  dururdu..
o organze kapağın üzerinden pıt ptıt pudralardın ponponu..
sonra burnunun tepesine alnına..

o ponpon kuş tüyünden di..
bu ponpon sentetik elbet..

aklıma getirdin dedim annemin masasını talan edişimi..
naapardın dedi..
bir gün okuldan gelmiş saime hanım..
ben ellerimde bulaşık eldivenleri..
elimde tırnak törpüsü oyuncak ayımın karnını kurcalıyorum..
ve ayı buram buram şanel beş kokuyor..
napıyorsun demiş..
ayımı ameliyat ediyorum demişim..
zaten öyle kaldı bu doktorluk başıma..


pese 1..sahi ben ayımı hiç anlattım mı acaba blogda bir bakmalıyım..
pese iki.. yanarım yanarım o pudriyere sahiplenmediğime yanarım..
pese üç.. yeni bir kitaba başladım.. 


"büyük büyükannem iplik eğirirken kitap okuyabilsin diye çıkrığına bir kitap tutturmuş.." 
diye başlıyor öykü.. 
mary lawson .. gölün kıyısında.. 
pese 5 ve son. . eskiden ille bir şarkı  eklerdim bitirirken.. bugün de eskiye gönderme olsun.. 
zakkum dinliyorum.. "acı çeksem de alışacağım.. tuza müpteladır yaralarım.."....
Image Hosted by ImageShack.us

18 Eylül 2012 Salı

markizetler .. brizbizler.. pembe beyaz pötikareler.. martılar o zaman da vardı evet.. onların da hakkında..


çocukluğumdaki evin mutfağında pembe beyaz kareli markizetten brizbizler vardı..
brizbiz.. çok hoş bir sözcüktüer.. esinti kesendir açılımı..
markizetse bilmeyene..
ki çoktur bilmeyen artık dokunmuyor bile olabilir zira.. tülbent inceliğinde hafif transparan ama  tülbent kadar yumuşak olmayan kumaş türüdür..


iki kanadı da açıkan bir pencereydi.. ahşap doğrama beyaz yağlı boylaı..
ve pembe beyaz mini minicik kareli büzgülü perdeler.

nasıl benim elime geçti..
neden o camı dolabın camlı bölümüne perde olarak kullandım bilmiyorum.

kesin bir pazardı..
ille bir perde ekleyesim vardı..
ve evde başka kumaş bulamamıştım..

o dolap da.. zaten öykülü bir dolap..
daha    evlilik denen kurulu düzen oluşmadan öncesiydi..
o zamanlar sn ( sevgili nişanlım) şimdi çb  ile ortak hastamız marangozdu..

ortak hocamı ın da hastasıydı..
hoca antika bir kapı almıştı marangoz cilaya taşımıştı aracıyla..
ben kapıya ulu manitu diyordum..
marangoz hasta.. bende bişey var dedi..
kırıp yakacaktım ama sen eski seviyorsan seversin bunu da..

görücü gittik dolaba..
iki parça..
altı üç kapaklı..
orta kapak daha büyük..
ortasında taş aynası var.. oval..
iki yanda daha küçük kapaklar..
onlar camlı..

üzerinde.. tavana kadar yükselen hatta bu evimin tavanndan daha yüksek olduğu için dolabın üzerine koyamadığım bir kocaman taş ayna.. 
sütunlu tepesinde pirinç. aksesuarlı..

saray çıkması gibi..
ancak birisi herşeyi kahverengi yağlı boyayla boyamış..
bu da bir akımdı..
ahşap eşyanın cilası bozulunca..
boya ama..
gerçeğe yakın olsun diye..
kahverengi yağlı boya ile boya..
ve iğrenç olsun..
öyleydi işte..
aynasına bile bulaşmıştı..

kapısına manitu dediğim hocanın gomme lacque cila yapan ustasına gitti bizim dolap da..
ve boyası sökülünce altından.. zeytin ağacı çıktı..
arada da başka renki bir ağaçla kakmalar yapılmış..
karşılığında o yılların bir asistan maaşı kadar işçilik ücreti verdik..
değerdi..
bu nedir diye sordum.. usta jardinyer dedi..

doğru olduğunu sanmıyorum.
ustalar bu sözcüğü joker niyetine kullanıyorlar.. azıcık çukur tabaklardan başlamak üzere neyorarsan jardinyer diyorlar..
inanmıyorsan gir gitti gidiyora bak..dostum..

sanırınm yüksek tavanlı bir yerde durmak için.. 
bir giriş olabilir.. 
bekleme odası olabilir..
öyle bir yerde durmak için.. üzerine bir vazo çiçek iki yanına şamdan koy.. parlasın ortalık...

işte o dolabın ön camına..
pembe pötikare kumaş takılmıştı..
o dalap sonra bir ara depoya gitti bir ara yazlığa gitti..
hatta evlatllık verildi bir başkasına..
ama nasılsa..
o kumaş çıkarılıp atılmamış işte..

onu söktüm yıkadım..
inanılmaz ama hala nasıl güzel bir pembe beyaz..

lavanta yastıkları dikeceğim ondan..
gitmeyesi var markizetin hayatımdan..
ne komik..
saime hanımın oğlundan sonra..
hayatımda en uzun süredir var olan şeylerden biri..
buram buram saime hanım kokuyor..
çukulatalı muhallebi kokuyor..
cumartesi keki kokuyor..
mücver kokuyor..

sıcak ve güzel bir ev kokuyor..
sevgi dolu bir ev..
insanların birbirini incitmemeye çalıştığı bir zamanın kokuları var..
ilgi ve şefkat gösterdiğimiz..
sonrasında facebuka ya da..
twitter'a.. ben şefkat gösterdim yazmadığımız zamanlar kokuyor..

alacaklı değil..
vereceklerin olduğu zamanlar..

eylül benim hüzün zamanlarımın başlangıcı..
sonbaharı severim zaten ama..
hüznü saime hanım katıyor..
son baharıma..

bu nedenle içime dönerim ..
ya da dönmek isterim diyelim..
özüme değil tabii.. onu kişisel gelişim gereksinenlere bırakıyorum.
ben gelişik atalet olarak içime duygularıma dönerim gayet bencilce..
ve 

susmak isterim genel olarak..
o zaman da daha fazla farkedebiliyorum etrafı..
farkedince daha çok yazıyorum ama bu da.. 
paradoks yaratıyor....

olsun..
bu da burda dursun..

pese.. dolabın resmini özellikle koymadım..
hayal  etmek daha çok keyşif veriyor bana okurken  ..
betimlemelerdeki ayrıntıları..
o yüzden fotoğraf yok...

oval taş aynalı pek yüksek pek güzel ve şu anda camları markizetsiz dolabımı da dönüştürüyorum ... buduarda yazacağım.. belki..
fotoğrafı da oraya koyarım...

Image Hosted by ImageShack.us

15 Eylül 2012 Cumartesi

rüzgar dokunma koklama sarılma ve tadını çıkarma ve zaman ve martılar...

insanların yaşlanmalarından duyu organları da payını alır bilirim biliriz genel olarak da..
dokunma da azalırmış meğer.
koku tad görme koku neyse de dokunma duyusu da azalması düşündürücü...

yaşlanma deyince.. öyle tonton dedeler gelmesin aklınıza..

daha asistanlık eğitimim sırasındaydı..
bir bölgede bulunan antik çağdan kalma kemiklerle ilgili bir çalışmada..
gömülü olanların en yaşlısının 28 yaş civarında olduğu ve hiç birinde eklem bozulması olmadığını anlatıyordu okuduğum bir makale..
kıkırdak dediğin kırk yaş sonrasında ses vermeye başlar bu yüzden..

insan ömrü 28 yıldan uzadı..
sonsuza kadar uzasın diye uğraşıyorlar..
uzuyor da.. azalarak yaşıyorsun hayatta..

ışık görme 45 yaşında yüzde otuz kırkbişey azalıyormuş..
elliden sonra daha da fazla..
yakın gözlüğe gerek duymadan yıllar önce.. aydınlık görmemiz yarılanıyormuş..

duyma azalıyor..
duyma azaldığı gibi tad da azalıyor.. 
o yüzden daha tuzlu sever oluyorlar.. ya da çatallarının ucuyla beğenmez beğenmez yiyorlar..

.dokunma da öyle..
bundan mıdır dedim bazı yaşlıların torunlarını okşamaması.. bir keyif almamalarından mı..
ya da bazı hayvanların gelip sürekli sürtünmesinin iyi gelmesi.. devamlı dokunulunca belki daha az eskiyordur azalıyordur dokunma duyusuna sahip çıkan duyargalar.. ne bileyim..


bazıları parmaklarının ucuyla dokunur ..
okşar..
emaneten dokunur gibi..
ben bu konuda doyumsuz..
elimin ayasını da katarım işe..

en sevdiğim yüz yapısı yanaklı olandır örneğin.. cenenin ön orta köşesinden..
hani michael douglas ile babasında çukur olan yerden ..
kulak altına kadar olan alan sığar avcumun içine..

konuşurken dinlerken de dokunurum..
üzgünse kişi.. okşarım omzunu dizini..
kaçamaksız okşarım..

kumaşları okşarım..
yaprakları.
toprağı çıplak elle kavrarım bahçemde çalışırken..
ve toprak kokar akşamları ellerim uzun yıkamalara karşın..
hem boyadığım nesenlerin elimle okşar gibi kontrol ederim.. pürüzsüz olmuş mu diye..
ya da eskicide stetoskop yapıştırır gibi ellerimi yapıştırırım eskiye.. maziyi dinlerim benimle konuşur mu diye...

dokunmaktan az haz almak bu yüzden dokunmaktan vaz geçmek.. ne zor olur benim için..
ve diğerlerinden..

bütün bunlar.. hep eylül nedeniyle geldi aklıma..
serin akşamlar.. saçları ve vücudu okşayan rüzgar..
ayaklar altında ezilen yaprakların çıtırtısı..
alabildiğine kırmızı sarı ağaçlar..
elma ve tarçın kokusu
cevizli kabak tatlısı..
ve en olgun ve dolgunundan şarap..
ya da konyak en bal renklisinden..
sıkı sıkı sarındığın sıcak ve yumuşak.. hırka ..
/bakma öyle okur.. ne diyim sen sıcak ve yumuşak başka bişeyler bulup sarılabilirsin elbet../
sonbahar bunlar demek.. hem de kısaca bunlar demek..

ama hepsi beş duyu zevkerli bunların..
bir gün azalacak öyle mi..

bir gün bunları duyumsamamak..
ya da daha az duyumsamak mümkün öyle mi..
o yüzden bu sonbahar yine yeniden..
tadına varmalı .
sadece yaşamanın..
ve duymanın...



Image Hosted by ImageShack.us

11 Eylül 2012 Salı

koltuk kanape dizi puf dönem viktoria sergi ve diğerleri hakkında



dedektif murdoch izliyorum..
dönem filmleri hoşuma gidiyor..
o zamanlarda da vahşet.. çıkar.. savaş.. ezme.. ezilme olmasına rağmen nedense daha naif geliyor bana.. belki kitle katliamı olmadığından.. belki bu kadar ötekileştirme olmadığından..
belki de tamamen yanılgım bu benim.. yine de ..
bu yüzden izliyorum..
bu dönem lafını ilk duyduğum ve anlamaya çalıştığım zamanı anımsıyorum..
dekorasyon dergisi okuyordum..
ingilizce ve ingilteredeki evler hakkında idi.. edward stili.. viktoria stili. bir de sık sık geçen period "dönem" sözcüğü dolayısıyla dönem stili diye bir şey var olduğunu sanmaya başlamıştım..
dönem ayrıntıları isim tamlaması yüzünden. =)..
naiflik bende de vardı..

murdoch'taki doktorun çalışma alanı ilginç.. ince doğramalar kocaman camlar..
camlı bölmeler arasındaki çalışma okuma alanı.. gramofonu.. kitap okuduğu o aydınlık ama yine de loş bölmeli alan.. yeşil aydınlık.. sanki bir seranın içinden süzülüp geliyor ışık.

dün akşamki bölümde..
erkek kılığına giren kadınlar vardı..
bu kılıkta buluşup yemek yiyor ve geziniyorlardı..
bunu anlayan erkeklerin..
"erkek olmak için onun kıyafetlerini giymek yetmez..
çok daha fazlası gerekir" gibi kaba ifadeleri vardı..
kadınlardan biri ifade verirken.. 
"öğlen yemeği yedik.. ve yollarda yürüdük.. erkekler gibi her yerde saygı gördük" diyordu..
doktor da sinirlendi biraz. erkek kılığındaki kadınlara tepki verenlere.. ve murdoch'un da ona destek olmasını bekledi.. olmayınca da kırıldı..
sondaki cümleyi sevdim ben..
"sana destek veremezdim.. çünkü bu senin kavgan.. ayrıca seni tanıdığım kadarıyla sen destek çıkılmasından pek hoşlanmazsın"..
aslında en kadın haklarına saygılı tutum bu..
ama cevabı.. yine bir dönem filminden.. poirot'lu agata christie filminden..
siz erkekler gözlerinizle aşık olursunuz ama biz kadınlar kulaklarımızla"..
duyduklarımız.. konuştuklarımız önemli..
bir yalnız bırakılışı anımsıyorum..
elbette o tartışmada karşı tarafla başa çıkabilirdim.. hem de nasıl çıkabilirdim..
ama o zaman sk olan çb'nin.. nasıl durup da beni izlediğini görünce pek kırılmıştım..
yalnız bırakılma durumu..
aynı doktorun ki gibi..

doktor ancak sorduğu zaman .. öğrendi murdoch'un bu konudaki fikrini.. yani kadınların toplum içindeki yeri ve bunu değiştirme girişimleri ve kendilerine biçmeye çalıştıkları durumlarına olan saygısını.. ayrıca kendisine neden destek olmadığını da o zaman öğrendi..

fark o ki..
ben sormamıştım asla..
duruma bakıp..
yalnızım demiştim..

demem o ki..
insanlar sormalı alacağı cevabı tahmin etmemeli..
ama bunun sonucu değiştirmesi gerekmiyor..
zira doktor da ayrıldı murdoch'dan..
hem de dedektif onunla evlenip çocuk yapıp onu düzenli bir eşe.. kavuşturmak istediğinde.. =)..
doktor özgür yaşayası bir ruha sahip..

hercule poirot'lu bölümde ise..
bir yazar kadın var adını anımsamadığım .. ama o da bir düzenli karakter aslında..
delişmen birşey..
birilerini takip ederken bir yandan okur gibi yapıyor.. habire..
elindeki kitap virginai woolf'un the voyage out'u.. 
filmin geçtiği yıl.. 1919.. 

bu ayki.. ev için all style dergisinde kadınların kendilerine ait bir yer isteklerinden bahseden bir bölüm vardı..
bu konuda bir resim sergisinden söz ediliyordu..
dairesanat'ta iki sanatçı 12 eylülde başlayan bir sergide kadın emek kapitalizm konularında illüstrasyonlarını sergiliyormuş.. dikiş makinesi üzerinde rodeo yapan kadını sevdim ben yazıda kullanılan örnek fotoğraflar arasında..

yaşam durgun ve dingin değil asla bu arada..
fazla hareket ve sonlanması gereken fazla süreç olduğunda..
daha uyuşuk oluyorum ben..
ondan işte bu yazı..
yoksa ben istemez miydim..
şöyle elma marmeladı pişirdim..
böyle şarap rekoltesine gittim..
aman da nasıl bir börek yaptım da dostlarımda sarı kanarya no2 çay eşliğinde tükettim diye yazmayı..
ama yok..
koltuk ve pufumla bütünleştim..
biliyorsunuz artık kanape yok.. gitti..
attım..
o yüzden boş alanda koltuk ve pufla bütünleşmedeyim..
kurtarılmayı bekler gibiyim..

bu eylülde..
altısında başlayan sahaf festivalini ve bu sergiyi gezmek niyetindeyim ama göreceğiz bakalım nice başarılı olacağımı..



Image Hosted by ImageShack.us

5 Eylül 2012 Çarşamba

diyaloglar yazılar bağlantılar gerçek ergenlikler .. uzamış ergenlikler ve canıtın hakkında

hala karışık yaşam..
bazen insanın duygusal olarak yapmaya gereksinim duyduğu ..
ya da dürüstlük kavramı dolayısıyla.. 
yapması gerektiğine inandığı..
şey.. tepki davranışların bu kadar zorlayıcı..
yine aynı kişinin aynı etik dürüstlük dayanışma kavramlarına ters düşmesi..
ne kadar kötü..

bende bir ergen var..
aslında ..
son zamanlarda uzamış ergenlik sendromu denilen bir kavramdan dolayı..
bir kısmı dürtülerine engel olamayan ya da olmak istemeyen..
bir kısmı sorumluluklarına sahip çıkamayan ya da çıkmayan..
egosu yüksek.. süper egosu çekingen bir çok da erişkin ergenle çevriliyim..
ergen çekici gibiyim..

asabi ve öfke kontrolü zayıf..
ilgimi kızarak üzerinde tutmaya çalışan..
keşke tek ergen çekirdek olsa..

işin kötüsü ben dramatik bir erişkinim..
hatalarımı.. sorumluluklarımı sabrımı nezaketimi sımsıkı kucaklamış oturuyorum..
arenanın ortasında..
mızraklı ergenlerin oyuncağı gibi hissediyorum bazen..

neyse..
uzatmayayım..
kadın dayanışması..
ezilenin yanında yer alma..
fedakarlığa inanma..
ve bir yol gösteren olabilmek için ..
bir başka ergene de evimi açmam gerekebilir ..
bu bir amerikan filmi olsa..
ne kolay olurdu..

ama bir ergenin getirdiği sorumlulukla başa çıkamazken..
iki tanesi göz korkutucu..
ama kendi anne ve babasının sahipsiz bıraktığı bir genç kadına sahip çıkmamak da bana yakışmaz..
yakışmak derken..
başkalarının gözünden olanı söylemiyorum..
zira pek umurum değil..
ama kendi kendime yakıştırmam..

uf ama ben aslında ..
yazma işlerine hız vermiştim biraz..
ve esin perilerim.. çalışıyordu biraz..
üstelik bu yıl yazı rüzgarı da doğru yönden esiyordu..

üstelik bu bir kedi yavrusu değil.. 
tamam alıyorum deyip.. sonra olmadı git  diyemem..
ki kediye bile "beğenmedim gitsin" yapamam ben..
yapmam demek daha doğru..
ve hepsinden öte..
gönderecek bir pet shop yok..
aldın mı sonuna kadar..

delirmiş olmalıyım..
evet evet kesin delirmiş olmalıyım en iyisi sesimi kesip biraz daha bekleyeyim..
kesin talep olmasını bekleyeyim..


*****************
-sen hafta sonu gelirim demiştin hani..
gel bari.. yoksa ben deliricem burda yalnızlıktan..
-gelicem zaten..
-aha bir atın yanından geçtim.. inanmıyorum kendime.. atın yanından geçiyorum. tarlaların arasından gidiyorum.. deliricem istemiyorum.
-e ne güzel..
-ama ben fazlasıyla şehirliyim.. istemiyorum..
-ama oğlum hayat bu işte.yapman gerekenler her zaman yapmak istediklerinin önünde gider..
-seninle de bir sohbet edilmiyor.. hemen hayat tecrübeni aktarıyorsun.. akıl mantık yürütüyorsun.. ben burda sana derdimi anlatıyorum
-..................................................
******************
hafta sonu armutluya gidiyorum..
deli güllabiciliğine..
ama aslında keyife..
bölünmeyen oğul keyfi..

******************

bu ayın iki dergisinde yazım çıktı gerçi  facebook'tan zaten duyurdum ama..
burdan da duyurayım..
birisi.. form ve sante dergisi.. orada tıbbi bir yazı..
burada açıklamayacağım ama..
blogda yazmanın.. yani birilerinin okuyup.. bir şekilde etkilenmeleri.. yönlenmeleri gereken bir yerde yazıyor olmanın çok faydasını gördüm..
ikincisi ataletin buduarı olarak.. kendin yap dergisinde..
aslında keşke böyle bir dergide.. her  ay bir proje yapıp hazırlamak gibi bir  köşem olsa.. dedim..
bu tip köşeler var ama..
düşüne taşına ve eski bir şeyi dönüştürme şeklinde yapılan örnekler o kadar basitler ki..
benim tasarladıklarımın yanında..
yeni bir bakış oluşturacağımdan eminim eğer böyle bir şey olsa..

******************

internet sorunum sürüyor..
bu devirde tam bir inek içti bitirdi.. durumu söz konusu..
inanılır gibi değil..

şimdilik bu kadar..



Image Hosted by ImageShack.us

2 Eylül 2012 Pazar

ara verme nedeni.. yeniden dönüş özeti canıtın martı hareket ve migren ama en çok ergen ..

tamam.. epeydir yoktum..
biraz benim bağlantı sorunum vardı..
biraz da internet bağlantı sorunu yaşadım..

aklıma gelenleri not bile alamadığımdan..
çocukluğumdaki gibi yaptım..
günde birkaç kez..
aklımda tutmak istediğim şeyi tekrarladım.

o yüzden..
her paragrafı farklı bir yazı olacak bu..

*********

bazen hayatın en önemli ipuçlarını iş işten geçtikten sonra öğreniyoruz..

bunlardan iki tanesi benim haftamı etkiledi..

ben fırsatı kaçırdım ama..
başkalarına gerekirse diye..
not alıyorum..

sabahları işe giden kadının
bir de çocuklarını kaldırıp servise hazırlaması yoğun ve stresli bir zaman dilimi haline getirebiliyor sabahları..

sık sık.. ses sertleşmesi..
uyarı sertleşmesi..
emir cümleleri ile dolabiliyor..
pasif ya da aktif direnişe geçen çocukla..
bazen yoğun bir sinir bozukluğu oluşabiliyor..

ben bu duyguyu içimde saklardım gün boyu..
neden kızdım..
niye azarladım diye.. suçluluk duyardım..

iki gün önce vir alzaslı dostumla beraberdim..
bir kızı var.. o yalnız bir anne..
"oo dedi sabahlar zor oluyor..
çok bağırışıyoruz..
o yüzden bir karar aldk..
sabahları normal zamandan kabul etmiyoruz..
sabahları yaptığımız şey kavga değil..
sabah davranışı..
stresli oluyoruz.. yeni uyanmış oluyoruz.. keyifsiz oluyoruz  ..
dedim kızıma.. 
o yüzden sabahlar sayımıyor. dedim..
ama akşamları hafta sonları aynı şekilde davranamayız.."

keşke daha önce duymuş olsaydım bu yaklaşımı..
hemen benimserdim..
sabahları özel sayar..
diğer zamanları etkilemesine izin vermezdim..

**********

bloğuma güzel şeyler yazıyorum..
çünkü çocuklarımın onları anımsamasını istiyorum demiş.. lalem bir yazıda..
keşke bu cümle daha önce gözüme atlasaydı..
keşke lalem bunu kocaman yazsaydı bloğunun üzerine..

bende bir terslik var..
anı olarak hep üzüntü hüzün kalıyor bende..
hep onları yazıyorum..
onları analiz etmeye uüraşıyorum çünkü..
o anılardan ders çıkarıyor ve bir daha olmamasını..
başkalarına yansımamasını sağlamak için oluşumunu anlamam ve..
iyice analiz etmem şart..
bunu da yazarak yapıyorum..

hep hobara hebere yazanlara da biraz kızıyorum..
hayat bu değil diye..
lalem bana kızma fırsatı verecek gibi yazmıyor..
aslında hüznü yazmıyor ama şeker pembesi gibi de yazmıyor..
hem canlı hem keyifli hem ironik onun anılarını kaydetme tarzı..
o yüzden gerçek üstü gelmiyor..

ama keşke amacını..
bu tarzı seçme gerekçesini bileydim yav..
dedim..

şimdiden sonra bunu motto edinmeye kararlıyım..

************

alzasyen kadınla yemeğim çok ilginçti..
o yirmibirliğin fransızca hocasıydı..
bazen yol arkadaşlığı ederdik derse giderken bazen bir kadeh şarap veya kahve içimişliğimiz vardı ama bu sefer..
tamamen iki kadın olarak yemek randevusu istedi benden..
ve çok hoştu..

yalnız bir anne o .
tamamen kendi tercihi ile..
kızıyla birlikte bir yaşam biçimi kurmuş burada..
dramları.. trajedileri..
yaşadıkları..
sevinçleri.
herşey i tek kişilik bir dünyada hazmediyor..
ilginç mantıkları tuhaf bir sükuneti var..
bana değişik pencereler açıyor..

***********


home tv izledim az önce..
anthony bourdain..
istanbuldaydı..
yabancıların gözünden içinde yaşadığım dünyayı görmek ilginç oluyor..
hani biz içinde olduğumuz denizi artık farketmiyoruz ya o açıdan.. 

gerçi o yemek için geziyor..
ramazanda buradymış..
bir ev yemeği..
bir asmalımescid meyhanesi..
bir alevi mutfağı kebabevi..
asitane.. saray mutfağı şeklinde çok çeşitli yemek alanlarında farklı insanlarla beraber oldu..
hatta haliç kenarında oruç açanların çadır yemekleri ve ramazan eğlencilerini..
ve sultanahmet  semtinde sahuru bile görüntüledi..

ilginç bir taksi şöforünün varlığını onun sayesinde öğrendim..
ingilizce konuşan neşeli keyifli ihsan..
her bir binanın yapılış tarijhini bilen ve tarihçesini özetleyebilen ihsana hayran kaldım..

istanbul temiz dedi  bourdain..
midye dolması yedi boğaz kenarında ve kayıt dışı ekonomi ve kayır dışı 
 midyelerdeki ağır metal zehirlenmesinden de söz etti..
"bu o kadar lezzetli ki komşunla paylaşırsın dedi.. " ..
"ama komşunu zehirlememen gerekir..

"reklamcıların bir antik çağ kalıntısı.. bir süper gökdelen görüntüleri ile hazırladıkları istanbul ve türkiye tanıtım filmlerinden dem vurarak..
"biz artık o değiliz.. ama hala biraz da oyuz".. diye kafa karıştırıcı bir mesaj verdiğini..
esas eğer yemeğin üzerinden gitsek nasıl da daha iyi tanıtabileceğimizi söyledi..
ve türkiyeye gelmeyi hep ertelediğini..
ama şimdi çok memnun kalıp..
daha önce bunu kaçırdığını düşündüğünü söyledi..

en hoşu ise..
meyhane mezelerine bakıp..
bunun yunan bunun slav.. bunun  bilmem ne yemeği olduğuna yemin edebilirdim..
osmanlı imparatorluğunun bütün oralara yayılmış kocaman bir imparatorluk olduğunu bilmesem ".. dedi..

birden bir şimşek çaktı aklımda..
zeytinyağlılarım türk yemeği olduğunu iddia eden ve hebire yunanlılarla kapışanlar var biliyorsunuz sağda solda itişilip durur..
biz orta asyadan et ve baharatlarımızla geldiğimizde..
ne deniz balığı .. ne tahıl.. ne de hele zeytin ve yağını görmemişken.
bizim diye .. milat öncesinin zeytinyağı toplumuyla kapışmaya kalkmamız bana hep ironik gelir de..

işte sırrı ..
işte aslında bazı parıltılı insanlarınç
örneğim benim " dilek hocamın" sırrı bu.. 
çok sevdiğim.. mine'm  kırıkkanatımın sırrı bu..

bize nasıl avrupalı değil dersiniz demişti..
fransız tevesinde fransızlara..
sonra osmanlı harıtasını gösterip..
350 yıl.. macaristanda yaşadık.. =)

bize nasıl bu mutfak sizin değil dersiniz..
yediyüz yıl.. oralarda yaşadık.. =)..

tam olarak iade edemedim..
ama içimde biliyorum..
eğer nasıl klavyeye dökebileceğimi çözersem..
yazarım..
***********

sağ elimin işaret parmağının tırnağı..
benim mottom ve can simidim..
oldu..
ve başarılı da oldu..
basit ve ilginç bir çözüm..
neden ve nasıl olduğunu yazasım yok..
ama kayda geçmeli ..
o kadar önemli çünkü.

kemal'e eren kadınları yazdım bu kez kitap eleştirisinde..
çok güzel bir kitap..
aldı beni götürdü..
o yulların dünyasına kadınların ruhlarına..

*********

oscar wilde ile ilgili bir kitap okuyorum şu anda mum ışığı cinayetleri..
ve eş zamanlı okuduğum.. savaşları filleri anlat onlara yı da bitirdim..
eski gerçeklere..
notlara mektuplara dayandırılıp arasındaki boşlujların yazarın keyfince doldurulduğu eserleri okumaktayım üstüste..
hoş oluyor..

*********

son iki haftanın on günü manevi açıdan biraz zedeleyici oldu beni,m için..
ve çevremde bazıları için.. yedim bitirdim onları sonrasında da migren krizleri elbette..
şu anda yazı yaıyorsam..
insan üstü.. inatla yapıyorum inan..
gözüm çıkmak üzere..
gene krizdeyim..
ama aldım bazı kararlar..
bir yeniden kendine geliş..

********

şunu çok iyi anladım blog..
bizr zamanlar..
b..kuna cila yapan insanlardan söz eden bir dostum olmuştu..
gerçekten varlar..
ve üstelik bunu farketmeden yapıyorlar..
çocuk yetiştirirken almaları gereken sorumlulukları ve onun getirdiği zorluklar yüzünden almak istemiyorlar..
bir kıstlama ya da yasak koyduğunda..
arkasını kovalaman gerek..
ergen dediğinin.. tek işi kendi istediğini gerçekleştirmek olduğundan..
o israrlarda krizlerde ve kaçamaklarda..
sen de onu kovalamak zorundasın..
ama bu senin bin işin arasında çok vakit yiyor..
bu yüzden başını öbür tarafa çevirirsin..
hiç sorun kalmaz..
görmezsin.. yok olur..
işte bu nedenle ne kadar yalnız kalmışım ben ergenlerim ergenliğin tavanlarında gezerken..
kadınlar..
kendi ergenlerinin gösterdiklerine bakmış geçmiş..
gördüğünü beğenmezse.. kafasını çevirmiş geçmiş..
bu yüzden tek sorun gören sorun kovalayan olarak aman ne kadar yorulmuşum..
kızgınım biraz..
ama çözdüm artık..
ve ergen konusunu kapadım arkadaşlar..
ergenleri n yaşamı zor..
eğer onlara arkanızı dönerseniz..
kendi geleceğinizi de onlarınkini de yok edersiniz der geçerim..
son alarak..
yabancı kültürlerden..
çocukları özgür bırakma örneğini alırken..
yanında onların çocuklarına verdikleri sorumluluk kültürünü almadığımız için..
şımarık.. kendinden başka kimseyi düşünmeyen..
ve  sorumsuz genç insanların bundan bir beş on yıl sonra..
bize vuracağı.. şamarı hayal dahi etmek acıtıyor bilin..

hadi blog..
görüşmek üzere..
Image Hosted by ImageShack.us

Follow my blog with Bloglovin