25 Ağustos 2011 Perşembe

azıcık da fotoğraf dedikodusu..


kodak ondokuzuncu yüzyılda kurulmuş.. fotoğraf ve sinema sanatlarının en önemli unsuru olmuş.. o zaman bu zaman..
fotoğraf.. ışıkla yazmak demek ..
yazmayı seven..
anları kaydetmeyi seven birinin de.. fotoğraf sevmemesi mümkün olmadığından benim çok sevdiğim bir sanat..
en azından dönüm noktalarını.. yapıtaşlarını bilmeye öğrenmeye çalışırım..
gören göz ve gönül.. ille dışa vurmak ister kendini..
ya anlatacak.. ya yazacak.. o yüzden mesela feysimin bukunda bazen öykülendirilmiş acemi kareler dizilerini albümleştiriyorum.. kendimi bilmezce..

pek minicikken cemal bey bir olimpus makine almıştı bana..
ilkokul sonda..
onun makinesini ödünç almıştım bir günlüğüne..okulun son günü diye..
ama her nasılsa..filmi yakmayı başardım..
onunki düğmesine basınca körük gibi bir objektif açılımı olan kahve rengi deri kılıfı olan böyle vintıc zamanlar makinesiydi..

bana aldığı zamanında pek moderndi.. şimdi vintıc..
onu da düşürüp.. lenslerin önündeki kapakta da bir ince hat görünce kırdım sanmıştım.. meğer kapağın açılıp kapanma yeriymiş... =)

neyse anlaşılacağı üzere.. bazen doğru yere.. çoğu zaman /benim ilgimi çeken şeyler o zaman bu zaman aynı olduğundan ../
benzer manzara ve nesnelere çevirsem de..
bazı pek güzel karelerim kağıda basılı dursa da..
daha iyi çalışmalar yapmaya heveslendiğim zamanlar olsa da..
dijital fotoğraf makinesine bir kaç yıl önce geçmiş olsam da..
çocuks olan bir kadının fotoğraf sanatını düzenli ve devamli sürdürmesi.. ancak gerçekten hayatındaki en ön sırada yer alan şeylerden biriyse mümkün..
çocuks makineyi kurcalar.. filmi bitirir şarjı bitirir.. yeniden doldurmaz hafızayı doldurur boşaltmaz..
ve siz hep makinalı ama aslında makinasız kalırsınız ya da ben böyleyim..
çocuksun kendi makinasının olmasının faydası olmaz.. o zaten onun şarjını hafızasını bitirdiği için.. sizinkini kullanıp bitirmiştir..
çocuks evde on makine olsa hepsini somurur..birinin pil kapağı kırıktır seloteyplenmiştir vırt zırt açılır.. diğerinin bas düğmesi içine kaçmıştır.. fotoğraf makinei mezarlığı..

en azından benim makine öyküm öyle..
idi..
şimdilerde.. azıcık yine çekmeye başladım..büyüdüler ya.. azcık sanki elleri uzak duruyo..
ama şöyle iyi birşey alsam.. gene benden önce tepesine çökerler bilmiyorum..,hevesim kursağımda kalmasın diye almıyorum..
ben aslında.. sevdiğim objeleri bir araya getirip çekmeyi.. yani objelerin portresini çekmeyi seviyorum..

gözüm beynime ya da merceğim hafızasına aynı şeyleri kaydediyor.. nereye gitsem neye baksam...
o yüzden hiç çekmeden döndüğüm yerlerden de görsel hafızama aynı şeyleri kaydedip dönüyorum..
o yüzden habire her yerde ille çekesim yok..
bazen de oturup anın tadını çıkarmayı seviyorum..

işte efendim bize bu fırsatları size de böyle bela uzun bir yazıyı yazma fırsatını sunan kodak.. ilk taşınabilir makinasını 1936da yapmış.. nerden mi biliyorum..
not defterim yanımda olmadığında çantamdaki bir zarfın üzerine kaydettim kodakrom son 36 kare sergisinin girişindeki koca panoda yazılı olanları..
arkadaşım.. broşürlerimizi gösterip.. ama burda hepsi yazılı dedi..
hiç bozmadım istifimi.. çünkü onu yazarken başlatıyorum ben aslında geziyi..
"fotoğrafın.. fiziksel ve kimyasal yanıyla bilimsel..
alt yapı manzaraları ve kamerasıyla teknik..
görselliğiyle estetik..
içeriği ve verdiği mesajla da felsefi olmak üzere birden fazla tarihi varmış gibi düşünülse de..
sonuçta bu farklı gelişmeler..iç içe geçerek birbirlerini etkiler.."
yazdım.. el yazımla dizimin üzerine bastırdığım zarfın üzerine..
kodak fabrikası kapanmış birkaç yıl önce..
ikibin on yılında..
fabrikanın üretim bandından çıkan son film rulosunu da.. steve Mc Curry'nin eline vermişler.. bunu tarihe geçir bakalım demişler..
kim mi bu kişizade..
yıllar önce çektiği güzel gözlü afgan kız fotoğrafı tarihe geçen ve national geografic'e kapak olan fotoğraf sanatçısı..

işte onun eline vermişler.. son otuzaltı karelik son ruloyu..

bence biraz telaşlanmış..
makinesine takıp.. hemen bir tribeca'ya koşmuş ve üç tane jack nicholson bir tane de benim tanımadığım.. holivud yıldızı / erkek/ nın portrelerini çekmiş.. maroken rengi fonlar oönünde.. kahverengi kazaklı jack nicholson..

sonra birden durmuş..
sanırım..
"bunlar dijital fotoğraf gibi değil.. deklanşöre bastığın anda.. geri dönüşün yok.. " diyor çünkü.. ama o ilk dört beş tane nolcak hı ??.. işte ondan durmuş diyorum..
düşünmüş en güzel renkler nerde diye.. hindistandaaaa diye cevaplamış.. kendini..
gitmiş oraya kadar..
gene bi düşüncsiz zaman olmuş olsa gerek .. çünkü peşpeşe bir kaç tane hiç de öyle renkten nasip yok..
böyle bir aktar olsun.. bir pazar yeri.. ya da sari dükkanı filan yok..
sonrasında.. gene bir aydınlanma ve başlıyor portreler..
kadınlar erkekler.. sariler.. sarıklar.. evlerin duvarları.. renkerin en doygunu en güzelini sabitlemiş..
derken dönüş yoluna düşmüş..
ara güler arkadaşıymış..
gelmiş onun portresini çekmiş.. arkasında istanbul siluetiyle..
sonra da.. son film banyosu laboratuarının kaldığı.. abedenin hangi şehriyse işte oraya dönmüş..
ve otel odasında .. kendi sehpaya dayalı ayakları ve bir teve ekranı.. yolda bankta uyuyan adam.. bir mezarlıktaki anı / anıt.. bahriyeli heykeller ve dibindeki kırmızı turuncu çiçekleri fotoğraflamış..
5 fotoğrafı beğenmemiş sadece.. diğerleri.. başarılı..

şimdi bu nasıl bir ses tonu sen yargılamaya mı kalktın..
dünnnyanın en önemli fotoğrafçılarından birini.. olmayan bilgin görgünle..
hayır..
fotoğrafla ilgisi yok..
belki ben daha sistematik yaşadığımdandır..
belki sistematik olmadığımda.. illa ki belamı bulmamdan.. kazaya kurban gitmemdendir..
ben örneğin biri bana bir ödev görev verdiğinde..
oturup bir bütünlük olsun diye düşünürüm..
yani ben "hiçkimse"ye verselerdi..
böyle ya da çok daha basit bir görevi.. ben daha tematik birşey düşünebilirdim..

ama bu da çok güzel..
ama belki sanatçı olmak biraz dağınık biraz niyetini belli etmez olmaktır.. belki rasgeleliktir bazen tarihe geçmesi gereken..
belki bu yüzden taklit edilememektedir bazı insanlar.. ne yapacağı pek de belli olmayınca.. =).. öngörülemeyince..

mesela ben gibi..
hee.. o şimdi gider gene viran pencere kapı.. dizi yığın.. çeker gelir.. olmayınca.. belki.. ne biliim ben sanatçı değilim ki..

hem ayrıca bir sona bunca tam ortasından tanık olmamıştım hiç.. ..
hem ayrıca.. bir tarihe kayıta .. hem de bizim canlı ve aktif zamanımızda.. gözümüzün önünde.. medyanın bir tarih yazılıyor zırva haberleri gibi de değil üstelik..
makineyi.. banyosu yapılmış ruloyu da koymuşlar mı orta yere..

hani eskiden ... vardı.. gibi değil..
dün vardı bugün tarihi yazıldı ayol..
yani demem o ki gidin görün..

yan tarafta..
bir kadın sanatçının fotoğrafları vardı.. masum suretler isimli bir sergi..
canlı insan mıdır.. balmumu manken midir bilemediğim modeller.. en barok kılıklarla..
en yıkık binalarda ..
arkadaşım dedi ki.. ben böyle çok kurgusal kareleri sevmiyorum..
bense.. çoktan hayal dünyasındayım dedim.. bunlarda da başka şeyler oluyor beynimde..
burası neresi.. bu zincirler ne... hele bu tel sepetler neden tavana asılı..
hem o yüksek tavanın altında parlayan yansıyan o narçiçeği kırmızı nerden geliyor..
şu zincirlerin pasına bak ve de antipasın canlı kırmızısına..
sahi benim gibi antipas kırmızısı seven var mıdır..
ay bu kilise neredeymiş ki gitsek derken..bi kıkırdama filan..
bitirdik onu da..

esas dedi.. senin çektiğin bazı fotoğraflarda.. senin yanında olmama rağmen .. altlarına eklediğin o yazılarla birlikte görünce .. şaşakalıyorum..
ben de ordaydım .. çektiğini gördüm.. ama o kareleri çektiğini farketmediğim gibi.. böyle bir öykü de oluşmuyor benim aklımda.. dedi..

bi sevindim..
kompliman iyi gelen bişey insana..
kendini bilmeye devam etsen de..
hafif esintiler gibi iyi geliyorlar..
hani ingilizce de yetenekli olmak yerine "armağanlı" da deniyor ya..
sanki " armağanlıymışım" da " armağan vermiş biri gibi hissettim..
************
pese fotoğraf "via lovelylissie.wordpress.com"

Image Hosted by ImageShack.us

23 Ağustos 2011 Salı

benim beyoğlum 3

*************************************************************

zamanla azalmaya başladı beyoğluna gitme sıklığı..
belli amaçlarla gidilmeye başlandı..

kanlı mayıstan sonra zaten ağzımızın tadı da iyice kaçmıştı..
sokaklar gezmekten çok ya insan avı ya da yürüyüşler içindi..
ya kaçar ya kovalardınız..
sıkıyönetim sürdükçe sürmüştü..

bırak beyoğlunda birçok yerde yürümek keyifsiz olmaya başladı..
beyoğlunda dolaşan insanların tarzı pek değişmişti pek..
eski suratlı olmuştu binalar..
beyoğlunun birahaneler dönemi..
sinemalarda sadece pornoların kaldığı..
birahanelerde karanlık bakışlı erkek kitlenin çöktüğü dönem..
sokaklarda önce anarşi ardından erkek egemen dönem..

ama kitabevleri vardı..
ve tiyatrolar..
bir iki kumaş mağazası..saime hanım için..
rekor ve dekor.. kumaş mağazaları..
bir kez kendim için etek kumaşı aldığımı anımsıyorum kendi harçlığımdan.. ama o sonraydı..

benim de işlerim artmişti..
gezip tozmaktansa arada kısa zaman dilimlerinde eklenen keyifler gelmişti..
hem zaten kendini eğitme zamanımdı..

bazen galatasaraya hachette ve sander kitabevlerine gidilmesi.. keyifti mesela..
o güzelim ahşap raflar arada ahşap masalar..
seç beğen al.. ama gümrük vergisi çok yüksek olduğundan cemal beye kıyama alama kitaplar..
sadece bakma karıştırma keyfi yapıp sonra..
dön.. fransız konsolosluğundan kitabevinden al..
kitaplar.. sönmez doymaz açlığım..

italyan kültürde italyanca kursuna.. özellikle biraz erken gitmek..
ve yanında açılmış olan tepebaşı marmara otelinde kahve keyfi..
bak kendi aklıma.. fakülte bir yaşındayım..
kendi ördüğüm o minimalist fransız dergisinden modellenmiş.. kazağımla..
uyumlu oje ve rujumla.. yeni fönlenmiş saçlarımla.. evden çıkarken düştüm ..
evden çıkıyordum akşam kursu için çünkü fakültem ya "süresiz" ya da "onbeş gün "
ama ille de kapalıydı..
o yılın sonunda pekçok arkadaşım kaydını dondurdu ya da tümden terketti üniversitesini..
ben hem sürdürdüm.. inatla.. hem de bir dil daha kattım hayatıma.. ve bir çok kahve keyfi..

sonra dergiler.. yabancı dilde dergiler.. taksimdeki gazetecilerde satılırdı..
her hafta çıkanlar her ay çıkanlar..
evire çevire okunanlar..
fransaya sığınan iran devriminden kaçan ve yüzleri kezzaplanmış..
cam kırıkları ile ağızları kesilmiş kadınları ilk o dergilerde okumuştum..
bizim basının işi vardı..
trafik kazalarıyla şehir eşkiyalarının çetelesini tutuyordu..anlatmıyordu ayrıntılı bu felaketi..
"hayır" demeyi öğrenmeyi o dergilerde okudum ilk defa..

birahanelerin türemesi beyoğlunda..
kara bıyıklı karanlık bakışlı adamların sayılarının artması..
artık tüm çekiciliğini kaybettirmişti..
gündüz gözüyle gidip.. emekde film izleyip bap kafeteryada bişeyler atıştırıp hemen uzaklaşma..
bazen tünelle aşağı karaköye inip.. ordan eminönüne yürünüp.. eve sahil yolundan dönmeler..

tiyatrolar ..
muzaffer karaca.. saime hanım hiç sevmezdi..
akm.. yanmış hatta tekrar açılmıştı.. cemal beyle hiç bir oyunu konseri baleyi kaçırmazdık..
galatasarayda pasaj içinde bir tiyatroya giderdik bazen.. şimdi ferhanın olan sanırım.. o zaman başka bişeydi..

sonra ben istanbulda değildim birkaç yıl..
zorunlu hizmetim vardı..

döndüğümde.. beyoğlunda bir tek.. ferhan vardı artık ilgimi çeken..
bir de pera palas otelinin pastanesi değil ama lobisi.. =)
iş çıkışı kahve keyfi..

ferhan ..
beyoğlunun sol yanındaki tiyatroyu kiralayıp..
içinden tranvay geçen şarkıyı oynadıkları dönemde..
sokağa nazi üniformalı oyuncuları salıvermişti de..
kimlik bitte diye..
bir öğrenci dışında kimse.. kimsin kardeşim ne kimliği dememişti..
ne reklam olmuştu..
ama oyun zaten muhteşemdi..
sonrasında her yıl en az bir kez beyoğluna gittiysem.. ferhanın sayesindedir..
ve başka yerde oynamayan filmler için..
lale sineması emek sineması içindir.. ve daha sonraları başlayan sinema günleri içindir..

20liğe hamileyken..
akmye gitmiştik ..
gösteri öncesi yemek yemek için saraya gittik benim isteğimle ve ben o zaman farkettim..
her onbeş günde bir beyoğluna gelişlerimizin bana verdiği keyfi..
ve ben o zaman ailelerin bir geleneklerinin düzenli yapılan ortak şeylerinin olmasının..
ne kadar önemli olduğunu.. bizim de olmalı kararını o zaman sarayda verdim..
ama bu gelenek beyoğlu gezisi değildi elbet..

ve çocuk.. çocuksa döndü ve ben iki işyerinde birden çalışan anneye dönüştüm..
ve hayat saime hanımla cemal beyin kaybı ile yaralandı..
ve ben kaybettim birçok şeyi.. yaşamın hızına karşı..
..
ve benim için beyoğlu kalmadı ..
yıllar geçti.. beyoğlu aklıma bile gelmeden..

ama ..
bir gün..
kar yağdı..
ve biz bir arkadaşımla..ışıkları güzel bir yerde kar kirlenmeden yürümek istedik..
o zaman sk olan çbyi kandıramadığım için.. iki kadın yalnız.. konuşarak..
gece kar altında bomontiden tünele yürüdük..

tünelde artık çok yorgunduk..
ve o pasaj içi kafede oturup bir kahve konyak sigara ısınma molası verdik..
ve çok güzeldi herşey.. ve ortam..
ve beyoğlu yine girmeli hayatıma dedim kendime..
ama unuttum bu dediğimi..

ve sonra..
gençlerin takıldığı barları öğrendim dolaylı ve sevimsiz bir nedenle..
ve sonra o barları yerinde görmeye karar verdim ve uyguladım kararı..
yine gereksiz ve sevimsiz nedenle..
ve sevmedim..
bu arada..
hachette'in sanderin artık olmadığını.. vakko mağazasının kapalı olduğunu..
ve dükkanların ucuz ve kalitesizliğini.. öğrendim..

ama.. yirmilikle.. o zamanki dokuzlukla..
gidilen bir kitap fuarından sonra riçmındda bir mola verip.. ona markizi ..
cemal beyle saime hanımın löbon nişan şekerini..anlatırken..
ona sentantuanı .. oradaki bazı mimari güzellikleri..
mimarların adı ve binaların yapılma tarihi gibi ayrıntıların güzelliğini gösterirken gene sevimli gelmeye başladı..

ve birçok kaybolan şeyin yerlerine de güzelliklerin geldiğini farketmemi sağlayan..
bugünkü yaşama ve düşünme tarzımla ..
beyoğlunda yürümek.. atlasdan bir kaşkol almak..
başka bir pasajdan bir mor kuş..
sonbaharda tünel pasajının güzelliği şarap peynir keyfi..
ve arka sokakların gece güzelliği
ve yağmurlu kış pazar günleri cumhuriyet meyhanesinin gündüz halleri ve..
nevizadenin kalabalıklığı ve..
beyoğlunun sokak şarkıcıları..
ve cezayir sokağı ve sıkıntılı bir ruhu rahatlatmak için..
bir "mustafa"isimli garson.. ve bir bar taburesi tepesinde geçen zamanların yeterliliği..
ve tekila şotu yapabilenlerin topladığı sempati.. ve..
ergenliğimde yapmadığım kadar gizli saklı..bir birkaç bar konseri..
ve arabeskin raklaşmış hali
ve taksim meydanında sabaha karşı basamaklarda oturup..
köpeklerle sohbet edebilmenin dayanılmaz hafifliği..
bir pazar akşam üzeri..

artık geçmişte kalmış..
beyoğlu balık pazarını anlatan bir programı izlerken dellenip hadi gidelim diye tutturmam..
ama benimle gelen olmayınca gidememem..
ve sonra..

beyoğlu..
bazı eskilerimle.. ve birçok yenimle.. insan ve mekan olarak..
yaşamımda ne kadar önem kazandı..

ben nevizadede.. yirmilik asmalı mescidde olduğumuz bir fırtınalı gece...
çekirdeğin de beyoğlu keyfine başlaması..

ve beyoğlunda müzisyenler artık sokakta şarkı söylemeyecek..
ve müzik aletleri toplandı..

bir yandan teör.. bir yandan savaş tedirginliği..
ama ille de bu haber..
kişisel tarihim artık dönüm noktası isyemiyor çünkü..
su gibi ufak tefek taşların üzerinde akasım var..
ne şelale olup yüksenden düşüp paralanasım..
ne de.. barajlara hapsedilesi..
akasım var.. su olup..



Image Hosted by ImageShack.us

19 Ağustos 2011 Cuma

benim beyoğlum iki


bir de alışveriş günleri vardı..
ayakkabılarım gutan'dan alınırdı..
saime hanımınkiler.. goya'dan.. bazen sıra selvilere nazaryana uğranırdı..saime hanım için.. dore vardı galatasaraya doğru..
saime hanımın ne yaptığı benim umurum mu..
kaydetmemişim işte..
ama bu mağazalardan birinde bir maymun vardı sanki.. kafes içinde bak onu hatırlıyorum..

bir de beğendiğim ayakkabının ayağıma uyan numarası olmazsa..
biterdim mahvolurdum.. hala sürer bu ayakkabı aşkım.. hiç giyilebilitesi olmayan ne ayakkabılarım var ve olmuştur her zaman..
evden ekmek almaya diye çıkıp ama bu mordu diye ayakkabıyla dönmüşlüğüm.. mağaza açılmadan gidip kapısında bklemişliğim.. yüksek topuklu terliklerle koca cerrahpaşanın bahçesinde o klinik bu klinik anarşi döneminde koşmuşluğum kırmızı çizmelerle saatlerce vizitlere katılmışlığım da..

bunlar çok sonralarda tabii..

o yıllarda ille de küçüğünü alalım diye tuttururdum..onu..
tuttururdum dediysem şöyle ağız tadıyla bir kendimi yere atayım..
çığlık çığlık ağlayayım değil elbet..
sadece suratım düşüverirdi..
bir iki kere de hiç sıkmıyormuş ayakkabı gibi.. kandırmaya çalışmıştım..
ama o işaret parmağı.. var ya.. o gelir ve benim baş parmakla.. ayakkabının ucu arasındaki boşluğu .. tam doğrusundan kestiriverirdi..
bu küçük ataletcim.. başka yere bakalım.. işte bu cümle benim bittiğim andı..
aşkımdan ayrıldığım an..
ne hayallerim vardı ol ayakkabıyla ilgili oysa..

hatta bir seferinde bir kadın akraba vardı yanımızda nedense.. hafif topuklu bir ayakkabıya bayıldım ..
numarası yoktu da.. küçük gelmişti.. saime hanım almadan çıkıyordu da.. asılıverince suratım..
o kadın anneme aman saime üzme kızı al.. giyemeyiversin.. evde filan giyer bir iki hevesini alsın demiş de almış saime hanım..
aslında böyle tüketimler yapmazdı saime hanım ama artık mahcubiyetinden midir. nedendir bilmiyorum almıştı o gün ..
sıkmıştı ayakkabı.. giyememiştim.. ama yıllarca durmuştu..
tabi bunlar daha sonralarıydı..

çocukken zaten kolaydı ayakkabı işi her zaman aynı tarzda rengi değişirdi sadece..
yazları sandaletler alınırdı..
ilkokul son ya da dördüncü sınıfta altın rengi bir sandaletim vardı seksekte yakantopta çıkarmadığım.. ama biz ayakkabı değil beyoğlu konuşuyorduk.. di mi..

kaldırımlarda.. vitrin gezenlerle hızlı yürüyenler geçişirken birbirine değecek olsa pardon derlerdi..
şapkalı devre yetişemedim ayol.. o zamanlar şapka o kadar yaygın değildi..
ama babam şapka çıkarılıp da hafif bir reveransla özür dilendiğini anlatırdı eskiden..
halama sorarsanız o zaten peraya çıkalım diyenlerdendi..

cemal bey bu hızlı pardonlara da sinirlenirdi..
pardon çıkalı eşekler çoğaldı lafı işte o zamanlardan..
çarptın tamam ama dur şapkanı çıkar karşındakinin gözüne bak.. özür dilerim efendim de efendi gibi... sonra bir baş selamıyla devam et..
özrün hakkını vermek gerekirdi onlara göre..
demek isterdi sanırım ..
oyuncak pazarı japon bilmemnesine gitmezdik..biz.. öyle vitrine baktım anılarım yok..
ama franguliye bakardık.. kuyumcuya..
tuhaf en çok da cenal bey severdi..bakmayı..

ben önden seke seke bağımsız yürümeye meraklıydım..
saime hanım kızım kaybolursun derdi hep..
bazen de cemal beyle ikisi bir mağazanın vitrin girintisine girerler..
ben dönüp onları arkamda göremeyince ne yapacağıma bakarlardı..
kayboldum duygusunu yaşatmak..için..
o.. bir an dönüp de arkamda onları göremeyince içimin nasıl sıkıldığını..
sonra geri yürüyüp hafif alaycı gülümsemeleri ile beni bekledikleri yeri görünce içimin nasıl hafiflediğini hatırlarım..
domuzdum o zamandan.
hiç ses etmeden ay korktum filan demeden döner ve devam ederdim yine hoplaya zıplaya yürümeye..

taksim.. okulda türkçe konuştuğum için bir cumartesi günü rötönü /uzatma/ cezasına kalmam.. babamın akşam üzeri dörtte gelip beni almak zorunda kalması..
taksime kadar yürüyüp otobüs duraklarının orada iken top patlaması.. babamın seyyar satıcıdan aldığı hurmalardan birini yiyeyerek orucunu açması..
bunun benim boğazımda bir yumru yapması..
babamın hiç söylenmeden eve kadar iftar için beklemesi benim suçluluk hissetmem..
bir daha asla kalmadım.. asla rötönüye kalmadım..

beyoğlu.. ergenlikle gelen ani şekil değişikliğim çok büyük memelerim.. ve kilolarımla kabusum..
artık gözden düşmeye başladığı yetmişli yıllar.. pangaltı ve nişantaşının gözdeleşmesi..
bizim sinema keyfinin bakırköydeki pasajiçi tınaztepe sinemasına taşınması..
önceleri sadece vakko için gidilir oldu artık beyoğluna ve yine gutan ve goya..
mısırlı triko.. bu annem için..
bir kaç yıl içinde beymen açılmıştı..
her alışverişte bedenime yakıştıramadıklarım için migrenimin tutması..
bir kez..
hiç kontrol etmeden arkamı..

dümdüz taksime kadar gitmem ve bu kez içleri endişe dolmuş saime hanım cemal beyin beni otobüs duraklarının yakınında zor yakalamaları..
onlar daha az domuz olduklarından..
korku ve sevinmelerini belli etmeleri..
saime hanımın hem ruh halime hem de migrenime üzülüp..
huysuzluğuma sinirlenmesi.. hüzün olurdu hırsla karışık susardı o da yol boyu.. cemal beye sorarsan o her halde memnundu hayatından.. yanında karısı cebinde parası önünde kızı.. hep hayatla barışık bir insandı.. o da daha da sinir ederdi bizi saime hanımla..
benim domuzluğumu eve gidene kadar sürdürmem.. evde kafayı yastığın altına sokup uyumalarım..
uyandığımda saime hanımın stoğundan çıkardığı kumaşlarla hazırlanmış.. beğenip de alamadığım bir şeyi dikme hazırlığında olması..
ve benim saki o kıyafete sığamayan ya da yakışmayan ben değilmişim gibi.. bol kalorili şeylerde aramam mutluluğu..

******
pese.. bu ol da.. nerden takıldıysa dilime..
pese iki.. ben gene domuzum.. pek suratlıyım..
ama artık içim surat asar halde.. dışım göstermiyor..
pese üç ergenliğe girdiğinde bizimkiler.. hep aklıma kendi hayal kırıklıklarım..
tepkilerim geldi..
onlara davranışlarımı seçerken bunlar hep kriter oldu bana..
ama neyse ki şişmam kız oldum bi de şişman kızın annesi olup üzülemem diye erken uyandım da.. çekirdeğim hep kendi bedenine sahip.. ve dikkatli..
pese üç.. fotoğraftaki ayakkabı benim ilk topuklu ayakkabım.. şurdan buldum..intrigueboutique'den.. meri ceyn derlermiş bu üstten bantlı ayakkabılara.. tıllar sonra öğrendim..
pese dört.. lale dün çok güzel bir ifade ile betimlemiş içinde olduğum duygu durumunu.. ben daha iyisini bulamazdım..
Bundan 12 yıl önce falan, Naziş bir ameliyat geçirmişti. Ameliyat olduğu hastanenn karşısında lunapark vardı. Geceleri pencereden , gondola binip aşağı yukarı çıkarken çığlıklar atanları, dönme dolaplara inenlere binenlere, bakar, atlıkarıncanın dönmesini izler , hayatımız boyunca hastanede kalacakmışız , hiç o insanlar gibi eğlenmemişiz , gülmemişiz gibi hissederdim kendimi.Şimdi bu şehit cenazeleri oldukça, sanki biz şimdi o lunaparktaki insanlarız , bir yerlerde bir şeyler oluyor, gencecik çocuklar ,kırılmış dallar gibi yerlere seriliyor. Sanki hiç bitmeyecek duygusu gelip çörekleniyor yüreğime... Atalet sormuş yazısının son bölümde nasılsınız diye... Anneannemin bir sözü vardır. ''Ne kadar gülsem konuşsam da , eski oynaşım aklımdan çıkmıyor'' aynı öyle... Ağızda ekşimsi, kekremsi bir tat, mide ekşimesi gibi bir şey , anlatılmaz yaşanır derler ya aynen o...

pese son.. devam edecek gene..
Image Hosted by ImageShack.us

18 Ağustos 2011 Perşembe

benim beyoğlum...



saime hanımın bir dikiş öğretmeni arkadaşı vardı..
kadriye hanım..
asla abla.. kadriye.. sen.. filan demezdi ona..

saime hanım da son sınıfta iken..kadriye hanım okulda stajyer öğretmenken.. onun da sınıfında ders vermiş..
öğretmeni olmuş.. bir genç kız diğer genç kızın..
ondan bu resmiyet..

işte kadriye teyze benim gardrop sorumlumdu..
ben minicik..
bu iki hanım.. bana küçük hanımefendi giysileri dikerlerdi..
aslında saime hanım dikerdi de..
kadriye hanımın kalıp işinden daha iyi anladığını söylerdi..ona danışmadan yerleştirmezdi kalıpları kumaşa..



aynı kumaştan bir bebe yakalı elbise..
robalı.. robadan büzgülü değil.. düz ama bir ya da iki plisi olurdu ..önünde.. yada verev olurdu etekleri..
mini mi mini..
hemen nerdeyse kasıklarımda etek uçları..
üzerine de aynı kumaştan yakasız mantosu dikilirdi..
mantoyu giyince elbisenin yakası mantonun yakası gibi görünürdü.. iki kat yaka olmasın çirkin olmasın diye..
anımsıyorum erişkin giysisi gibi gelirdi bana da pek gururlanırdım..
yünlü kumaştan kareli bir tanesini hiç unutmam..
belden kesik bir elbiseydi bu seferki.. ve önünde düğmeleri vardı.. karşılıklı iki sıra..
bişey iliklemek için değil.. süs olsun diye..
düğmeleri açık mavi düz renk yünlü kumaştan yapılmıştı..
ama saime hanım o kumaştan bastırılan düğmelere uygun renklerde daire şeklinde bir su nakışlamıştı..
açık mavisi çok gülkurusu az ekose takımın düğmelerinde kullanılan açık mavi düz kumaştan da bir elbise dikilmişti..
ona da kareli biye konmuştu..küçük prenses gardrobu..

böyle birkaç takım yapardılar.. her mevsim başı..
ben büyüdükçe o elbiseler yeni bir elbisenin koluna..
yakasına.. düğmesine cebine bir yerlerine kullanılır ziyan edilmezdi..

beyoğlu anlatacaktım ama..
bak neye daldım..
işte bu kıyafetler içindeki kara gözlü kara saçlı bendeniz.. bakırköyde oturur..
iki haftada bir beyoğluna giderdi.. saime hanım ve cemal bey eşliğinde..

dünya ve fitaş sinemaları yeni açılmıştı.. modern teknoloji ile..
emeği filan o yıllardan anımsamıyorum.. o sonra..
diğer sinemaları da..
dedim ya bu benim beyoğlum.. benim kronolojim..

saime hanım okuldan öğlende gelir.. ve biz hemen taksime giderdik bakırköyden..

önce saray muhallebicisine gidilir.. pilav üstü tavuk yenir..
sonra saime hanım tavuk göğsü ve kaymaklı dondurma..
cemal bey kazan dibi bense sadece dondurma ile tamamlardık..
kaymaklı dondurma sevmezdim.. kakaolu ve vişneli.. keyfi servisindeydi..



dondurmaları ayaklı metal bir kapta getirirlerdi.. üzeri buğulu..gelirdi..
kaşığı dondurmaya daldırınca..metal tabağın içinde kaymasın diye tuttuğumda su damlacıkları oluşur gözyaşı gibi inerdi tabağa..
sonradan romanlarda soğukluk betimlemesinde "terlemiş" sözcüğünü okuyunca hep bu kaplar gelir o yüzden aklıma..
kaşıklarının köşeleri kareye yakın olurdu..
derin olmadıklarından.. ve ben de dondurmanın erimiş halini kaşıklamayı çok sevdiğim için..
yemesi zor olurdu..
bizim evde böyle kaşıklar yoktu..

mermer masalar aynalar ceviz çerçeveli aynalar..
hızlı hareket eden.. beyaz yandan düğmeli gömlekler giymiş üst düğmelerini açık bırakmış garsonlar.. aydınlık kalabalık..
benim minicik dünyam için fazlaydılar.. hepsini kaydederdim.. fazla konuşmayan bir çocuktum zaten..
ve dinlemeyen.. dünyam görseldi benim..

sonra fitaş pasajına giderdik..
pasaj sineması yeni bir kavramdı istanbul için.. medeniyet belirtisi ..
hele dünya sineması yerin altında idi.. afişleri pasaj girişinde karşılıklı asılırdı..
sen seç derlerdi.. hangi filmi izlemek istersin.. sekiz ya da bilemedin dokuz yaşımdaydım..
bir keresinde mumyanın intikamı diye bir filmde israrcı olunca..korkarsın gel öbürüne girelim dediler de..
sonunda ben kazandım.. mumyayı izledik..
ve filmde deli gibi korkup.. asla itiraf etmeyince..
gecelerce yatağımın altında bezleri sarkan mumya çıkacak diye uyuyamamıştım yine asla itiraf etmeden..
alacağım cevap belli..
eh..sen istedin..

o dönemden en çok aklımda kalan iki film.. doktor jivago ve mayerling faciası..
ikisi de karlı sahneleriyle beynimde kalmış..
jivagoda bir karlar içinde giden tren.. dimdik bir subay .. ve kıpkırmızı bir bayrak.. var aklıma kazınmış..
filmin sonunda.. o tren istasyonunda konuştukları kumral kadının kim olduğunu anlaymamıştım
ve sinemadan çıktığımda kar yağıyordu istiklalde de..
üzerimde demin anlattığım elbise ve mantolardan kareli olan vardı çok iyi anımsıyorum..
başıma şapka takmıştı saime hanım.. beyazdı şapka..çenemin altından gelen kalın bir bandı vardı yandan düğmelenen..
rengi uymadığı için çirkinleştim diye pek bozulmuş ama itiraz edememiştim..
mayerling faciasında ise.. o terkedilmiş limonluktaki eşyalar.. incenik karla dantel gibi işlenmiş..
rüya gibi.. aklımda takılmış.. kazınmış..

çıkışta bazen beyoğlu çukulatacısı..
adını sonradan araştırıp bulmam gerekti.. çocukken öğrenmemişim.. sonradan yememişim..
bir dilim fındıklı çukulata.. kocaman bir kalıptan kırılıp verilirdi..

bazen hacı bekir.. saime hanım çifte kavrulmuş sever.. kuş lokumu sever..
ben karamela o hindistan cevizli beyaz şekerlerden..
badem şekeri severiz ikimiz de.. cemal bey ne sever bilmiyorum yediğini de görmedim..
ama azıcık ondan azıcık bundan minicik kesekağıtlarına konulur..bu aldıklarımız..
paketlenir sicimle bağlanır..
ve üzerine bir tutacak takılırdı el çabukluğuyla.. şimdi düşününce..
bu tutacak bir zerafet.. bir ayrıcalık.. elin sicimden incinmesinden esirgenmesiymiş.. esirgenmek o zamanlar doğal bir süreçmiş..



ben tezgahın kenarından kılpayı aşan gözlerimle bütün bu işlemleri sihirbaz gösterisi gibi izler..
nasıl hızlı çevirir o paketin etrafında sicim..
nasıl hızlı bir düğüm.. atar satıcı..
arkada bir kocaman sicim masırasından asıldıkça uzuyan sicimi düğümden biraz uzak yerinden nasıl tek hamlede keser..
babama uzatır.. onlara bakardım..
sonra eve dönerdik..
****
pese önemli..
fotolar sırasıyla.. gitti gidiyor'dan

betsyvintage.com dan
meilleureduchef'den
fotoiz'den
luluzinvintageland'den

pese iki.. devam edeceğim..
pese üç.. amma da boğazıma düşkünmüşüm..
pese dört.. anılar da kalmayınca birbirimize sığınalım mı ne dersiniz..
Image Hosted by ImageShack.us

17 Ağustos 2011 Çarşamba

ancak çok sözcükle anlatabiliyorum ya ben..

kuş yuvası gibiydi kafasındaki saçlar..
lüle lüle olsalar gerek aslında..
ama bukleler çocuklar ve kadınlar içindir..
delikanlı benim tepemden bakacak kadar uzun..
güzel omuzlar..
geniş göğüs..
uzun bacaklar..
bermuda giymiş..
kulağında kulaklıklar..
benim dosya yazmaya çalıştığım..
dahiliyeci dostum keyifli bir sohbet yürüttüğü için başarılı olamadığım..
hemşire bankosuna geldi.. durdu ..
kulaklıkları çıkardı ve çok sakin..
kibar bir ses tonuyla.. "z.. hanımı arıyorum" dedi..

eski fransız binası.. geniş.. yüksek tavanlı elli metre koridor..
iki yanlı sıra sıra kapılar..
kimi açık kimi kapalı..
o yüzden görüş bulanık..alacakaranlık..
en sonda da.. kocaman iki yanlı ortadan itince açılan kapılar..

hepimiz ayaktayız..
hemşireler.. personel.. dahiliyeci.. ben ve delikanlı..

hemşireler.. doktorun sözünü kesmek istemediler..sohbet de olsa..
birisi hamle etti telefona..
ama doktor sözü bitirmeyince.. durakladı o da.. vücudu yarı dönük eli yarı yolda kaldı..
ben dosya yazma pozisyonundayım hala.. elimde kalem.. gözüm dosyada.. ama yazamamaktayım..
anlatılanlar ilgimi çektiği böldüğü için.. bi de dikkatimi dağıttıkları için.. yazmıyorum..
laf bitecek.. yazacağım..
ama gözümü de kaldığım yerden ayırmıyorum..
görüş açıma girdi.. ince uzun parmaklı elleri..
parmaklarının arasında kulaklıklar..
sakin.. huzurlu eller..kıpırtısız sorusunun cevabını bekliyor..
hatta bekliyor değil de sanki.. son limana gelmiş.. yerini bulmuş gibi..

hemşiranım zeynep hanım tedavi salonunda mıdır.. dedim ..
gözüm hala dosyada..
dahiliyeci devam etti konuşmaya ama .. ben sorunca hemşire telefona doğru yarım kalan hamlesini tamamladı..
izleyicilerden biri artık kopmuştu..
hatta beni de sayarsan ikisi..
o yüzden o da bir durakladı..
hemşire telefon açtı tedavi salonuna..
bana değil delikanlıya.. evet dedi.. salonda.. ve gösterdi gitmesi gereken yeri..
teşekkür ederim dedi ve ilerledi bizimki acelesiz..

arkasından baktım..
işte kuş yuvası saçları o zaman gördüm..
tepeler biraz daha mı kısa yoksa özellikle mi kabartılmış..
benim zevkime de uygun değil..
ama bütün içinde bir sevimli tarafı var..

patron.. git zeynep sana egzersiz versin demiştir..
o da yukarıya gelip kaybolmuştur işte..
sık sık olur zaten..

dahiliyeci biraz gıcık oldu sanki..
sahnesi bölündü diye sanırım..
vardır öyle bir "tek çocuk" huyu..
sözü bölünmeyecek.. anlattığı dinlenecek..
bazen benim konuğum gelir..
yüzünü ona döner.. bana hafifçe arkasını..
benden çok sohbet eder benim konuğumla..

ne sinir adam demeyin..
zira inanılmaz hoşsohbettir..
ve herşeyden çakar.. hancı tavuğu gibi..
o yüzden sıkıcı değildir..
ama işte böyle bir müdaheleci tarafı vardır..
dedim ya "tek çocuk"..özelliği..

neyse işte sinirlendi ya hafiften sözünün temposu bozuldu diye..
inatla sürdürdüğü konusunu böldü ve..
şuna bak dedi.. çocuğun arkasından..
bir soru sormayı beceremedi..
hala arkasından bakıyoruz..
saçlara bak ne şirin ..dedim eşzamanlı olarak ben de.. hafif bir sevecenlikle..
bir çocuk iki erişkin.. iki farklı bakış..
bunlardan devlet meselelerini anlayıp bi de fikir sahibi olmayı bekliyoruz dedi..
vardır belki dedim.. bilemeyiz.. görünüşünden..
sonra..terbiyeli olduğu için mi kızıyorsun diye sordum.. gözlerimi çocuktan ayırıp..
sorusunu sordu ve ilgilensinler diye bekledi işte.. bıkbık etse.. kızardın ..
evet dedi.. gülerek.. kendine gülerek..

uymuyor bu dahiliyecinin huyu huyuna..
bi gün bık bık edene kızar..
bi gün durup bekleyene.. sözünün tadını kaçırmasınlar da naparlarsa yapsınlar..

baktım gene arkasından çocuğun..
biliyorum sevecendi gözlerim..

yüzünü hiç görmedim.. kuş yuvası kafasını ellerini güzel bacaklarını gördüm..
genel sükunetini farkettim..
silik değil.. sakindi..

saçları kestirse karşılassam tanımam.. ama şu anda benim çocuğum gibiydi..
o yüzden fırçamı attım dahiliyeciye..
o da şekilciliğe sığındı.. saçlara bak kıyafete filan diyesi oldu..
o bir dışavurum dedim.. bireyselleşmenin sonucu ..
özgür ve kendinden emin olmanın bileşimi..bi kere..

iyi bilirim yersiz davranışları savunmayı....
çekirdek acımadan beline gelen kuzgun kara saçlarının bir yanını vurup makası kesiverdiydi..
az buz değil.. üç parmak saç kaldıydı kafasında..
benim de saçımda bir mor perçem vardı o zaman..
çekirdeğin perçemleri gözünün önünde..
kaçkın saçları ne toplanır ne bağlanır durumda.. yarısını kuyruk yapıyo ..
yarısını tokalıyo..
onlar gün içinde bağlarından kurtuluyor..

okula çağırdılar beni..
saçlarını tuhaf kesti bu diye..
dışavurum dedim..
benim.. elimi mor tutamıma atıp.. bunu kısıtlamamı beklemiyorsunuz umarım..
bugün bunu yarın o anki duygusunu dışavuracak ..
ayrıca bütün idare işi bırakıp bununla mı uğraşıyorsunuz..

haklıymışım ..
şimdi nasıl farklı o günlerden..
sevimli genç kız şeklinde dolaşıyor benim o şaşkın imo kızım..
biliyorum..daha çok yolu var.. hatta çoooooook.. yolu var..

her yola akabilecek gibi daha..
kavşakta..
her gün biraz daha iyiye gidiyor.. karınca hızıyla..
sırf bu yavaş da olsa iyiye doğru ilerlemenin verdiği moralle dayanma gücüme asılıyorum..
bayılmıyorum bana çıkardığı sorunlara.. kendine ettiği eziyetlere..
sonsuz isteklerine..
devasa buluğ çağında etmediği kalmıyor bana..
yoruyor eziyor..
ama işte bu her gün bir nebze iyiye gidiş sayesinde dayanmaktayım..
bazen onu duvara vurasım bazen kendi kafamı duvara vurasım geliyor..
ama bazen de pek keyifli..
beklemedeyim..

bir tane geçti elimden..
bu ikinci..
farklı.. daha zor.. daha az bana benziyor.. daha az anlıyorum..
ama işte öyle genç ki..
yaşam öyle önünde ki.. en kızdığımda bile en eleştiresi olduğumda yargılamaya kalktığımda gördüğüm..
gencecik süt gibi biri..

ben hep bununla özdeşleştiriyorum.. bu gençleri..
süt.. dondurmaya mı.. sıcak çukulataya mı..
rokfora mı tutlum peynirine mi yoğurda mı dönecek bilmem..
ama ekşi katıp kestirmeden mayalamak gerek..
ılık ortamda sarsmadan tutmak gerek..
uyutmak gerek..

döndüm ve..
ben seviyorum dedim ergenleri..
onlar içimi ısıtıyor.. olasıklarıyla..
ama.. ergenlik döneminde gibi davranan erişkinler var ya hani..
bazen senin de olduğun gibi..
esas ben onlara dayanamıyorum..

yarım dosyamı da aldım..
yürüdüm koridorda.. kuşyuvası kafalı delikanlının peşinden.. kendi odama doğru..

sonra işte beyoğlunda sokak müzisyenlerini yasaklamış dediler..
beyoğlunda..

**********
pese.. yukardaki kapılara "porte battante" denir.. çarpan kapılar.. bunların ufakları.. kovboy barlarında olur..
bazı mutfaklarda olur.. bir de ameliyathanelerde hani.. onların özel bi adı var mı bilmiyorum.. bilenlerin insanlık namına bilgilendirmesi..
peseiki.. anlattıklarım bi saat sürmedi.. kırkbeş saniyenin içinde gelişti.. bekletmedik kuşyuvasını.. zaten hastanelerde diye başlayan yorum istemiyorum..
peseüç.. küsmedik dahiliyeciyle.. o gülerek peşimden geldi.. kahve içtik ben dosyayı yazıp bitirince..
pese dört.. aman bu mu derdin.. somalide açlar.. gündemde tutuklamalar.. dayak yiyen şortlu kızlar.. doğuda pusular .. demeyin.. ben bütüne.. " bir tek kuş kafeste ise.. özgürlük ağlar" diye bakıyorum.. canım hepsine ayrı yanıyor.. onları haber programlarına bırakıyorum..
pesebeş.. her okuduğum haberle biraz daha sırtım duvara yaslanmış hissedip.. bu kuşyuvası kafalıyı .. saçı sarı boyalıyı.. benim şaşkın çekirdeğimi.. düşünüp onlar adına..
göğüs kafesimde bir baskı hissediyorum.. siz nasılsınız..

Image Hosted by ImageShack.us

8 Ağustos 2011 Pazartesi

malumiznegittimyaben..

datçaya gittim hani..
hani hiç bir yerde..
bu kadar çok ağustos böceği aynı anda sıcak diye bağıramaz..
hani deniz muhteşem.. hava ise ondan da güzel değildir..
hani rüzgar pıtpıt diye eser ritmlidir..
derim ya.. hani..

ama yine de "hııı.. gene datçaya mı gidiyosun".. derler hani bana ya..
işte her yıl aynı yere..gidiyorum evet çünkü..

döndüm ve biliyorum ki..

şimdi onbir buçuk ay..
gene datçadan sürgünüm..

on bir buçuk ay..



hayat.. sade olmayacak..



sereserpe uzanıp kitap okuduğun yerde uyuyakalıp..



gözümü açtığımda..
tepemde çamlar olmayacak..



doğa her yerde..



yaban arısından..



begonvillere yaşamın içinde olmayacak..
mutfak lavabosunda böyle sürprizler bulmayacağım..



çamaşır yıkamak ..
böyle sade olmayacak..



begonviller bu işe de karışmayacak..

beslenmek basit bir keyif olmayacak..



iki üç malzeme..



lezzet ve koku cümbüşüne dönmeyecek..



dokunduğum her nesnede nerdeyseçocukluk anıları..
anılar yüklü olmayacak..



gelenekler sürdürülüp..



gelenekler başlatılmış olmayacak..



kahve bu kadar keyifli..



ya da bu kadar keyifli olmayacak..



bir teneke kutu bunca anıya tanıklık etmiş..



iki denizin birleştiği yerden..
bir yudum su ile iki taş üç kabuk..



bu kadar anlam taşıyıp.. göz önüne yerleştirilmeyecek..



çivileri paslanmış bir bıçak..



basit bir makas.. kişiler canlandırıp evde yürütüp konuşturmayacak..
kızım makas görünce.. gözlerimde gözyaşı var mı diye..
iki kirpik arasından kısa bakışlarla beni kontrol etmeyecek..
..
ve ben hiçbir yerde..
bu kadar ben..
bu kadar hüzünlü..
bu kadar keyifli..
ve bu kadar sahipli hissetmeyeceğim..
onbirbuçuk ay..
Image Hosted by ImageShack.us

Follow my blog with Bloglovin