30 Temmuz 2010 Cuma

hanizamanındabişeygörürve..

bayılırsınız..


ayrıcalıklıdır hiç daha önce görmediğiniz bişeydir..
unutursunuz sonra..
aradan zaman geçer.. ve birden bir daha çıkar karşınıza..
artık alabilecek edinebilecek gibisinizdir..
ederi yüksekse de.. onu alınca o eski günler şeyler durumlar canlanacaktır sanki..
o yüzden alırsınız kıyıp..
sonra.. biri gelir üstüne oturur..
****
saime hanımla cemal beyin komşuları vardı çok sevdikleri..
i.. abi..
akşamcıydı.. mış..
ama dozunda ehlikeyifinden..
kızkardeşi yurt dışında yaşardı güneyafrikada..
ona bir tepsi getirmiş zamanında..
dikdörtgen.. tutma yerleri olan bir tepsi..
onun içine bir duble içkisini.. azıcık mezesini koyar.. bize gelirdi..
ancak saime hanım mücver yaptıysa ondan biraz ikram edebilirdik..
biz yemek yerken o da sohbet ederek kendi tepsisinden yerdi.. bir acaip insan.. çok esprili biriydi..
müc-ver.. bak adı bile güzel derdi.. ver derken elinin parmaklarını ver der gibi oynatarak.. =P..
işte o tepsi pek aklımda kalmıştı benim..
yıllar geçti…
dergilerde görüyordum hep.. ama satışta.. ııh..
sonra.. bir de şu yatağa götürülen bacakları olan tepsileri gördüm..
yine dergilerde.. yabancı filmlerde filan.. bayıldım..
gene zaman geçti..
çalışıyor evli ve iki çocukluyum..
masraf çok ama gelir.. ortada..
birgün çok pahalı bir mağazada.. çok pahalı bir ayaklı dikdörtgen ve tutma yerleri olan tepsi gördüm.. bacakları kapanıyor oluyor i.. abinin tepsisi.. açılıyor oluyor.. yatak tepsisi..
tutamadı kimse beni.. petrol yeşili tuhaf bi renk ama kim dinler.. aldım geldim..
öyle her dakika yatakta kahvaltı etmişliğimiz yok.. olamıyor da..
o yüzden ayakları açık bir şekilde.. salona koydum üzerine uygun bi aksesuar bulurum diyerek..
akşam eve geldiğimde.. tepsi kırıktı.. ayak bacak bi tarafta..
=D..
bakıcısı.. ayakkabısını bağlamak için..
çekirdeği oturtmuş üzerine..
pek de dayanıksız bişeymiş bu dedi.. üstüne bir de..
********
sonra heryer o tepsilerden doldu..
sıkılacak kadar çok hem de..
bende de seri seri var gene her malzemeden..
şimdilerde kenarları kıvrımlı metal tepsilere sardım gerçi..
ama bu .. bunu görünce dayanamadım..
dolaptan bir başka tuhaf yeşil tepsiyi kaptığım gibi..


biraz beyaz boya..


biraz kumaş.. düğmeler ve mukavva.. hepsi var olanlardan..
kumaş yoksa gardropta illa vardır bir kullanılmayan etek gömlek.. olmadı jüpon.. o da olmadı.. kombinezon.. =P
içini tombul yapmak için köşeden bir yastığı delip içinden çalınan elyaf..
mukavvayı delmek için.. mutfaktaki en sivri bıçak..
çekirdeğin cetveli ile kurşun kalemi.... baklava desen çizip mukavvaya..
baklavaların köşelerine bıçakla delik deliniyor.. hepsi teve karşısında yapılıyor..siesay dizisi ile çok uyumlu oluyor..
üzerine kumaş yapışkan bantla tutturulup.. üç kenarını tutturunca..  içine elyaf tıkılıyor.. yeterince elyaf konulamazsa.. bandlar çıkarılıp önce elyaf  yığılıp sonra kumaş serilip börek gibi kapatılıyor..
bu arada siesaydaki ipuçları kaçırılmıyor..
deliklere denk gelen yerlere birer düğme.. dikiliyor.. iplik çekirdek tarafından iğneye geçirtilirse bu iş daha kolay yapılıyor.. =D..
kapitone tarif ediyorum evet..
sonuç.. =)

pek dengeli bi tepsi değil.. üzerine bardak filan konulmaz.. ama ilginç.. benim gibi.. ne işe yaradığı belirsiz.... ama incelenmeye değer..
“ille de kullanacağım.. servisler yapıp.. peymaneler koyacağım da taşıyacağım” derseniz..
mukavvanın üzerine bir yazılı kağıt.. kağıta önce kahve ya da çay ikram ederseniz..
daha bir asil olur..=).. sararmış.. hüzünlü ama asil.. eski roman kahramanı kadınlar gibi..
iki farklı tepsi..

keşke herşeyi herkesi.. böyle kolay değiştirebilse insan..
bi kat boya bi zımpara.. biraz cila ..
hmm..
ben elimle bişeyler yapmaktan bu yüzden mutlu oluyorum.. galiba..
evdekileri düzeltemek isteyip zımpara fazla gelir diye düşününce.. =D
ama en azından lafımızı sokalım tepsimizle.. tutalım ellerinden tepsiye yakın çekim yapalım..
-nasıl olmuş..
-güzel…
-ne diyor bak..
-ne diyormuş..
-yumuşacık bas..çünkü rüyalarımın üzerine basıyorsun..
-ama basıyorum yani ille..
-evet..=P

“But I, being poor, have only my dreams;
I have spread my dreams under your feet,
Tread softly because you tread on my dreams. W.B. Yeats”

yazan atalet the sevgicil….

29 Temmuz 2010 Perşembe

hiç itirazetmedensergilerimişte..

daha önceleri hayatını düzene koyamayanların etraflarını çeki düzene koyma saplantısından söz etmiştik zaten..
felsefe yok bu kez..
salt anlatım var..
kitaplar bence insanın kafasının içinin süsü.. bir de evinin..
kafasının içinin süslü olmasının önemli olduğu öğretilmişti bana..
ben de çekirdeğe öğretmek istedim baktım dış süslere fena kapılıyor..
dedim dışını en zorundan üç saatte adam eder de insan .. içini pek öyle hızlandırılmış donatamaz..
amaaaaan dedi.. sen yeterince doldurmuş donatmışsın kendini artık biraz da dışınla uğraşabilirsin..
konu ben değildim ama.. sendin dediysek de.. islahını kibeleye devrettik çekirdeğin.. neyse..
üniversite yıllarında tüm harçlığı.. bilgi yayınevlerinin satış mağazasından alıp iki kolumun ucunda iki ambalaj kağıdına sarılmış.. sicimle bağlanıp.. sicim elimizi kesmesin diye tel üzerine karton sarılarak yapılmış saplar takılmış.. iki koli değerli eşyaya çevirirdim.. sahi en son ne zaman gördüm onlardan hatırlamıyorum.. pek kullanışlı bişeydi.. o da tarihe karıştı sanki..
liseden pek kitabım yok..
muhteşem bir kitaplığı vardı okulun onun nerdeyse tamamını okudum.. arada alırdım tabii.. ama pek az.. okul kitaplarımın bir kısmı da ne yazık sular altında kaldı bir ihmal sonucunda..
üniversiteye başlayınca.. türk yazarları tanımadığımı farkedip.. bilgi yayınlarını keşfedip bu sonsuz zevke verdim kendimi..
ve kitap doldu bir süre sonra ortalık..
gerçi.. cinayet ve gerilim romanlarını da çok sever.. ama yer yokluğundan onları hemen başkalarına armağan ederim.. onlar da dursa sanırım sığamayacaklardı hiç bi yere..
sonuç.. sekizyüz civarında kitap..
bunlar evin bir gözden uzak odasında bir yapımarketten alınma raf sisteminde durmakta iken o odaya da 20liğin yerleşmesiyle..
benim için ulaşılmaz olunca..
salona taşındılar..
tuhaf ölçülerde bir alana sıkıştırıldılar..
raflar duvardan duvara olamadı.. sallanan kitap rafları.. düşen kitaplar..
gözümü tırmalayan renkleri solmuş ciltler.. karton kapaklar..
bu yıl.. sonunda şu hale geldiler..

SDC11387

az göründüğüne bakmayın.. raflarda iki sıra kitap var..
raflar eski fransızca kitapların sayfalarıyla  kaplandılar..
bu kısacık cümleye kanmayın..
kaplanmaya başlandılar ama araya.. bir sınav krizi.. bir duygusal  kriz girince.. toplam 2 hafta civarında.. yemek masasının üstü ve her düz zemin kitap yığınları altında olarak.. geçti..
sonunda yerlerine itildiler.. ve ortalıkta yığılı dururken evde olduğum ve teve karşısında devede karşısında olduğum zamanlarda eve geldikleri gibi ambalaj kağıtlarıyla kaplanan kitaplar kitapla kaplı raflara..alfabetik sırayla dizildiler..

SDC11405

üç kitap rafının arasına.. raflar kesildi.. bir de evin içinde ordan oraya çeşitli görevlere atanıp duran tahta çekmeceli kutu..

SDC11400

yaklaşınca okunabilen raf bölümlerine daha bir esprili kağıtlar denk getirildi kaplanma aşamasında..
mesela kutunun üst çekmecesinde..
“kadınlar beklemeyi sevmez” yazıyor.. =P..
raflardan birinin kenarında..”dertsiz kulübe”..kara mizah noktalarım benim..
çekmecelerde.. kitap ayracı koleksiyonumla.. haritalar gezilerden toplanmış broşürler var merak edenlere bilgi..
bunları aralara yerleştirirken aşırı heves zarar veriri yaşadık bir de..
önce üst raf sonra kutu güzel yerleşti de.. yer yamuk olduğundan alt raflar biraz daha dar olmalıymış..
bu kadar matematik kuantum diye tepişen ben.. alta o rafı sokarım zorlamasına girince.. deniz kabukları koleksiyonu önce kafama sonra yerlere karıştı..
oysa her biri bir cam kaba.. geldiği yere göre konmuştu..da..
şimdi yurdumca alt üst kimlik karışımı içindeler..

SDC11391a

ana kimlik deniz kabuğu.. geldiği yer mürefte olan çanakkale kabuğunda bulunabilir.. bilemiyorum..=P..
ben bunu çözemedim millet neyi çözme derdinde der.. devam ederim..

SDC11385

eski tahta bavul içinde dergiler ve bazı özel kitaplarla hemen el altında..

SDC11394a

arada minik mor dokunuşlar.. gene yuva ile kafes arasında kalmanın şaşkınlığı içinde..

SDC11402a

her evin döküntüleri.. sigortalar garantiler evraklar.. dergilikler içinde.. dergilikler.. eski bir sözlüğün sayfalarıyla kaplı..

SDC11392

kütüphanem kibelem inannham ishtarıma emanet..
kitaplar.. öykü roman.. anı tarih.. ve kadın eserleri dediğim.. kadının insan hakları ile ilgili kitaplarımın durduğu bölümlere ayrılmış.. bölümler etiketlerle bildirilmiş..

SDC11392a

hatta bir index ataleticus bile yapılmış durumda.. =P bitmedi ama yapılıyor işte..
bitmeyen bitmeyecek bir proje..
hayat gibi..
her an birşeylerin yeri değişiyor..
evin her köşesinden yeni farklı unutulmuş bir kitap bulunup çıkabiliyor..
o yerini bulmadan bu bütün tama varamıyor..
ama eksikliği.. bulunana kadar farkedilmeyecek cinsten olduğundan.. bütün kendini bütün sanıyor..
hayat gibi..
hazır kaplamaya balamışken.. mumları.. çerçeveleri.. kutuları kapladım kapladım..

SDC11396a

hayat gibi.. sen dilediğinle kapla.. biraz rutubet bir zorlanma ile.. açılır çıkar altından dokusu..

dedim ya gözüm değdikçe beni mutlu ediyor..
bazen yerimden kalkıp yaklaşıp.. yakından bakmama neden oluyor..
şimdilik.. yanına bir çalışma masası .. ve bir duvar dolusu ben’in eklenmesini bekliyor..
benleri de katarım ara ara..
şimdi.. cilt tamiri yapmadayım..

SDC11357

şu aletin adı.. işkence..
sıkmanın sıkıştırmanın işkence olduğunu marangozlar biliyor da..
diyesim var..
yok yok.. diyesim yok..
ben kitap cildi tamir etmeye çalışıyorum..
bir ben katacağım kitabıma.. üst kimlik niyetine..
daha asimile edilmiş kötü tohum kahverengi kanapenin gözyaşları var.. anlatacağım..
sevgi gibi.. bu yazımı sana adadım..
ama doğrusu pek keyif aldım..
nasıl olmuş bir deyiverin bakayım.. =P
toplan 4 haftalık bir rehabilitasyon etkisi var.. nice başlar hala boyunları üzerinde kaldıysa kitaplara teşekkür edilse yeri var..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

ordanburdançığlıkattıransıcakvehız…

SDC11409
Gramer Ders
Sevmek'' bir kelimedir
``Sarı saçlı'' dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum
``Ben sarı saçlı bir kız sevdim''
Bir cümledir. Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira ``açlık'' da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
``Öleceğim, ölüyorum, öldüm''
Diyeceğim bir gün…
muzaffer tayyip uslu..

bir de king crimson var..
flüt sesi..
mırıldanan sözler..
akıp gidesi olur mu insanın bu sıcak bu yapış yapış havada..
olurmuş..

cümleye gelmez fikirler içindeyim.. şiir ordan geldi..aklıma..
oysa nasıl anlatasım var..
kendi yaşamının kendi seçtiği bölümlerinde kendi kararlarını verme hakkını kendine veren..
kalan angaryayı bana yıkan 20lik var mesela..
matematik okuyacakmış..
tanrı kesin büyük bir matematikçi ydi.. lafını tekrarlayıp geziyorum..
..
alışık olanlar boşlukları doldurur da.. bu aralar yeni yeni bloğa gelmeye başlayan dostlar..
şizo yazılara alışık olmayanlar..
ha bi de seçim var ya.. buzdağı anayasa..seçimi..
işte onunla ilgili bir paradoksum var..
çağların dikmelerine eklenesi durum..
1980de oy vermiştim ben..
hayır diye..
şimdi o zaman hayır dediğimin değişmemesi için oy hakkı tanındı bana sadece..
iki hayır.. bir hayırlı sonuç verir mi vermez..
aniden darbe dönemleri hatırlanıverdi..
sanki anayasa izin vermese yapılamazmış gibi.. darbeler..
var mı bilen
yunan ve şili ve ispanya darbeleri de mi anayasal izinle yapılmıştı..
orduya bekleme bu milletin başını desek sanki beklemeyecek mi..
ben anlamam tabii benim buduarda darbe işleri olmaz..
olsa olsa.. kadın kaprisleri ile uğraşırız.. erkek haklarına karşı kadının insan hakkını kurcalarız..
ama yine de karmaşa var ki nasıl gibi gelir bana..
eski hayırıma şimdi evet dedirten.. içimiz yanarak ağladıklarımızı şimdi bırakın kanları yerde kalsın hatta benzerleri gene olsun diyormuşuz gibi gösteren günlerde olmak..mı..
hava mı.. ki bence herşeyin sorumlusu.
değil mi ki kırmızı ruj bile süremez haldeyim..
kesin odur sorumlu..
*****
elişi işlerine verdim kendimi..
bir zamanlar boş yuva sendromundan söz etmiştim hani..
baktım bizim yuva.. sanki-boş olamaya başladı..
buduar sahibi napar??..
fransızca şiirden alıntı yapar en fazla..
“car l’oiseau qui s’en va.. vient chercher l’oubli.. dans son nid..”
uçup giden kuş.. teselliy dönüp yuvasında arar..
SDC11396
bunu kendime hatırlatma olarak yaptım..
dibine de şaşı gözlü şaşkın mor kuşumu koydum.. ama o tepedeki resimde yok..
sahi kütüphane projemden söz etmiş miydim size..=P
SDC11389
bir de anıma şanıma yaraşır sanat eserim..
ve elbet martılarım var..
=)..
sevgiyle geçsin haftanız..
çarşambalandık bile..
aklımdaki uçuşlar bir düzene girerlerse..
ekleyeceğim.. bir aralar gelip..
******

26 Temmuz 2010 Pazartesi

inadınaraytırinadına




yazmıştım bi yazı..resmi de vardı..
güzeldi de..

raytır illa ki yayınlamayacağım diye tutturdu..

zaman geçti..

bi felsefe yapamadım.. dinlendim sadece...
izinde değildim yok..
ama evdekilerin büyük kısmı izne gitti..
bu da izin sayılır..

yazıyı aldım böldüm ikiye..
çünkü resmin daha güzeli var şimdi...
=)

“eski perslerde.. iki kişi birlikte içmeye gideceği zaman..

biri genellikle de parayı ödeyecek olan gecenin kralı seçilirmiş..

konuşmanın içeriğini belirlemek gecenin kralına düşermiş…

eğer içilecek ilk kadehe şaraptan çok su koyarsa.. ciddi şeyler konuşmaya niyeti olduğuu anlaşılırmış..

şarapla suyu eşit miktarda koyarsa..hem ciddi hem de keyifli konulardan söz edilebilirmiş masada..

eğer kadehi şarapla doldurup üzerine birkaç damla su eklerse.. gece rahat ve eğlenceli olurmuş..”

biz katmadık..
su yani..
ama bu suyu bardak bardak içmemize engel olmadı..

anılar sofrası bu..
cemal beyin türkuaz bardakları.. sonrasında ordan burdan eskiciden yoplanmış türkuaz camlar.. en son birlikte alışverişe gittiğimizde aldığımız.. peçete.. vazo..



bir de karaf var. ama o gece kullanmadım.. oda ısısının ya da bizim durumumuzda bahçe ısısının şaraba uygun hale geleceği günleri bekliyorum onun için..



yemekten yana fakir.. takımdan yana zengin bir akşam sefası..



konuğum geldiğinde.. tam da bu pembe gülü koparıp vazoya koymuştum.. elimde vazo ile açtım kapıyı..
çok hoşlandı..



ama vazom nasıl.. güzel di mi..



sohbet sırasında martıların fazla çınlattık ki kulaklarını..
biz bir ara sustuğumuzda..
sesleri geldi..
ardından..



tüy gökten geldi.. martılar ..
beğendiler yaptığımız işi.. iyi ettiniz dediler.



yalnızlık paylaşılmaz..
paylaşılırsa yalnızlık olmaz demişler ya hani..
ama keyif çok yönlü..
keyif bazen paylaşılarak artar..
=)..

ondan zaten bir de buraya ekliyorum.. nispet olsun diye diil ..
hayır ben paylaştım keyiflendim zaten.. biraz da sizinle paylaşıp keyifleneyim demedim.. sizi düşünüyorum yani..inanırsanız..

şimdi denemiş olduk..
armut altında şarap nasıl içilirmiş..
güzel oluyomuş..
=P

Image Hosted by ImageShack.us

21 Temmuz 2010 Çarşamba

işte bazenistemediğimşeyler yapıyorum..

benim yaşantım bu öyküler.. onların içinde yaşıyorum diye herkesin bunlara alışık olacağını sanıyorum..
elbet doğru sağlıklı olduğun hergün.. yapabileceklerin ve  başarabileceklerin için bir adamadır.. ve tadını çıkarmak gerekir..
elbet doğru küçük sıkıntılardan vızıldanmak sıkıcı ve bezdirici bir davranış biçimidir..
ve yine elbet doğru.. hiç bir tek insaoğlu veya kızının etrafında dönmez dünya..
ama sağlık öykünün ardındaki bişeylerin altını morlu pembeli fosforlu kalemle çizmek istedim ben..
aslında dünkü yazıda.. bir kez kırmızı elbiseli kadın için kapışmıştık.. o yüzden yumuşak anlatmaya çalışacağım..
bu kez..
                                                *
büyük ve başarılabilmesi mümkün görünmeyen kavgaların içindeyken.. bazen küçük sorunları halledebilmek çözebiliyor olmak.. moral verir.. büyük kavgaya devam cesareti verir.. demek istedim..
                                                *
bazen senin ve yakınlarının kaygısı aynıdır.. korkusu endişesi..
ama insan hiç kimseye kendi düşüncesini tam olarak aktaramaz..
sonuç.. sen ne zaman diye kollarken.. onlar acaba diye bekler..
***
şimdi grup olarak “eh be atalet.. bu dediklerin dışında her şey çıkıyodu anlattıklarından” diye kızabilirsiniz.. haklısınız..
bi de düşünün ben konuşup anlatırken de böyleyim..
hayır bi de güya kısa öykü kursu gördüm.. ders aldım di mi..
bu kurslu halim..
işte ondan daha çok bekler beni.. kitapçı rafları..
zor bu anlatma işleri benimle..
kedinin sakladığı gibi.. örtüp saklıyorum..
bak bu da aslında bi analizlik konu..
niye acaba demek istediğimi diyememek var serde..
bi de..
dün aslında başka birşey anlatacaktım.. kimbilir.. belki gelip bi ara bugün anlatıveririm..

20 Temmuz 2010 Salı

cennethanımbenimle yaşıt

erken başlamış kadınlık yoluna çocukları kocaman..
holandaya göçmüş biri.. yanına gitmiş cennet hanım..
az durmuş.. sonra bana iş bulun demiş.. duramam ben çalışmadan..
bir soğan serasında işe başlamış.. mevsimlik işçi olarak..
lale tarlalarında çalışıyormuş..
cennet hanım toprağa alışık..
bir de şu servis yolunda gitmeyi başarsaymış..
ama kayıvermiş yoldan dışarı.. takla atmış..
cennet hanım.. holandadan bize rehabilitasyona geldi.. hollanda dilini ya da fransızcayı bilmediği için.. orada uyum sağlayamamış..
iki yıldır.. haftada üç kez ziyarete gelebilen kızı ve yılda iki üç kez izne gelen oğlu dışında.. bir kez de bir erkek kardeşi gelmişti o da yakın zamanda..
ziyaretçisi yok.. iki yılbaşı geçirdik birlikte.. klinik partisinde..
kendinden sonra gelip partide oynayabilenleri izledi.. ama ses etmedi.. yüzünün hiç ifadesi yok cennet hanımın..
bazen gözleri içine doğru kaçar gibi olur.. o zaman anlarız morali bozuktur.. ama nedenini bilmeyiz.. ketumdur cennet hanım..
bir tek  kez o da son zamanlarda tedavi salonunda.. kendisinden sonra gelip paralelbar dediğimiz yürüme alanında yürümeye başlayan bir hastayla ilgili öyle bir kıskançlık tepkisi verdi.. ki.. şaşırdık.. kıskaçlık insan yüzü olarak kalıba dökülse.. o andaki cennet hanımın yüzü olurdu işte.. şaşırdık elimiz ayağımız karıştı.. bulamadık diyecek bişey..
cennet hanımın odası ferah geniş.. yatağı rahat geniş..
televizyonu var..
personel de hemşireler de ekip seviyor onu.. tekerlekli sandalyede hemşire bankosuna çekip sohbete katıyorlar.. bazen ben de bankoya dayanıp hastalarla ilgili bilgileri denetlerken onun gözlerini hissediyorum üzerimde.. cennet hanım nasıl diyorum.. hemşirelere.. iyi diyorlar.. dönüp gülümsüyorum.. evet o her zaman iyi.. öyle olsun..
ama ne var ki işte biz oturtmadan oturamıyor..
eline doğru aparatı bağlamadan yemeğini ufak lokmalar halinde  önüne koymadan yiyemiyor..
ama o yemeği nasıl keyifle yiyor.. olmuş olmamış tuzsuz.. yağsız demiyor..diğer hastalar gibi bir kez şikayet etttiğini duymadım..
aparatı özel dizayn ettirdik de.. içine çatal bulamadık.. uzun süre
piyasada kolay bükülen okul ve hastane yemekhanesi tipi çatal kalmamış.. onu farkettim..
özel bi açıda bükülmesi gerek.. hafif olması gerek onun çatalının kaşığının.. nihayet kalın ama haif bir taneyi bizim teknisyen büktü eğdi yaptı da.. başladı işte kendi yemeye..
bi kadını yedirmiyo musunuz demeyin.. re- habilitasyon.. yeniden beceri kazandırma.. amacı hastanın yapabildiği her şeyi yapması anlamına gelir.. ellerini kollarını kullanamayarak geldi bize.. yüzün kaşınınca başka birinin gelmesini kaşımasını  beklemek ne zordur.. bilemzsiniz.. aklınıza da gelmez.. gelmesin de.. gerek yok.. hayatla.. canlı olmakla ilgili genel memnuniyetinizi çok düşük tutmayın yeter ..
bir başka hastam aynı aparatı kullanarak yemeğe başlayınca.. oh demişti.. başkası yedirince böyle olmuyor.. çorba bitene kadar çorba veriyolar.. sonra diğer yemek sonra diğeri.. insan kendi yerken biraz köfte atıyor ağzına biraz salata.. değil mi ya..
kitaplarda yazmaz bu.. hastaları dinlerken öğrenilir..
o zamandan beri biz sorarız hastalara hangisinden vereyim diye..
işte cennet hanım da.. artık burnunu kaşıyabilince.. yemeğini kaşıklayabilince.. kendi yapıyor.. yapmalı.. televizyon kumandasını da kullanıyor.. kanal değiştiriyor..
bir gün odasına girdiğimde..aparat tepsinin yanında.. tepsi hala önünde..
ama önlüğü de önünde ve üzerinde yemek lekeleri vardı..
personel çıkardı aparatı ve onu da bakımını yapmadan gitti sandım.. ki asla olmaz öyle birşey ancak başka bir odada acil bir sorun olursa olur..
bıraktılar mı seni dedim.. üstünü düzeltmeden..
ben çıkardım dedi..
gülümseyerek.. elini ağzına yaklaştırmış.. aparatı sabitleyen cırbantı dişleriyle tutup açıvermiş..
nasıl muzur bi başarı ifadesi gözlerinde.. bir tek kez ifade gördüm.. cennet hanımda.. yok iki..
cennet hanımın kazada yaralanan yeri boynu.. hem çok yukarda hasarı hem de çok ağır..
kızı bir kez sordu .. annem düzelir mi diye.. kendisi hiç sormadı..
hastalarım düzelecek miyim demez zaten.. ne zaman yürürüm derler..
onlar hep emindir yürüyeceklerinden.. tek bilmek istedikleri zamanıdır.. yakınları sorar. yürür mü diye.. onlar şüphelidir.. zaman ve para hesabı telaşındadır..
cennet hanımın saçlarının beyazı burada arttı.. kumral beyaz tenli bir kadın aslında.. biz yaptık ilk saç boyasını koleston bilmemkaçla..
cennet hanımın aynası biziz..yeni pijamalarını hemen farkeder beğeniriz.. çoraplarını.. bazen bileğinde bir maşallahlı bilezik belirir.. bazen bir kolyemsi muskamsı bişey.. onları da saçının boyasını da.. biz görürüz.. söyleriz..
süslenmişiz cennet hanım pek yakışmış.. derim ben yüksek sesle neşeli olmasını istediğim bir tonda.. dahiliye uzmanı da.. cennet hanım her zaman şık bakımlı der.. cennet hanım gözlerini kaçırır.. tişekkür ideğrim der..
cennet hanım bir de her vizitten sonra aynı tonla.. tişekkür ideğriiim der.. her vizitten sonra ben odadan çıkarken teşekkür eden başka hiç hastam olmadı benim..
böyle hastaya günlük vizit de zordur..
bir değişiklik bulmak.. bir iyiye işaret bulmak yorumlamak zordur..
ben bile takılıp şakalaşacak bişey bulamam..bazen..
bir kez.. nasılsın dediğimde hastayım ki burdayım dedi.. ters..  felcini kastederek .. o zamandan beri..
ufak tefek sorunları severim o yüzden çözecek bişey .. çabuk hallolacak bişey.. ama aynı zamanda tutunacak birşey.. bileğinde hafif bi şiş.. poposunda minik bir kızarma.. alnında ufak bir sivilce.. olsun.. düzeltelim sevinelim..
cennet hanımın tedavisi artık sonlandı. ilerlemekaydedemiyoruz…
bir bakım evine nakledilecek işlemleri bitince.. holandada.. beklerken yine tedaviye devam ediliyor elbet.. hem de hiç sallamadan.. onun inanılmaz azimli bir fizyoterapisti var..
saatini bile şaşmıyoruz..
geldiğinden beri bir kez çok ateşlendi.. solunum sıkıntısı da eklenince başka bir hastaneye nakledildi.. düzeldi geldi..
üç gündür çok ateşi var cennet hanımın..
inmiyor..
soğutuyoruz.. ilaç veriyoruz.. odasında hiç yalnız bırakmıyoruz.. ama bu kez nedense ben tedirginim.. tetkikleri sürüyor.. tanısı konulamadı daha..
da düşündüm.. kadın öyküleri yazardım ben.. ama cennet hanımı yazmayı hiç düşünmedim.. onun öyküsünü öğrenemiyorum.. ketum ya.. onun öyküsünün arkasını bile yazamıyorum.. yakınları da ketum..
mesela kocası nerde.. öldü mü.. ne zaman .. bilmiyorum..
bu kadar uzun zaman kalıp bu kadar kapalı kalan tek hastam cennet hanım..
o yüzden en azından varlığı bilinsin diye yazdım..
***************
“bazen başına böyle şeyler gelir.. sonra da hayatının geri kalan kısmını sürekli bunları düşünerek geçirirsin.. eğer kafandan atmaya çalışırsan daha beter geri dönerler.. sana hiç rahat vermeyen bir huzursuzluk veya cevabı olmayan bir soru halini alırlar ve hepsini yeni baştan tekrar yaşamak zorunda kalırsın”
hannahtinti..insan çatlatanhayvanöyküleri..
***************
buldunuz mu cennet hanımın öyküsünde.. hayatla .. araba kazası oladan elimiz kolumuz çalışırken de.. yaşadıklarımızdan bir iz..

19 Temmuz 2010 Pazartesi

artıknaifşeylerokumayısevmeyebaşladım..

çocukların erken yaşta öğrenmek zorunda kaldıkları hayatın gerçeklerinden çıkardıkları dersler gibi.. ya da eğitilebilir orta düzeyde zeka özürü olanların.. yine hayata dair.. öğrendikleri kurallar gibi.. düz sade içinden bin ders çıkarılabilir olan yine de hafifçe gülümseyerek okuduğunuz şeyleri..sevmeye başladım.. bu da öyle bir yazar öyle bir öykü kitabı..

“joseph büyük hayvanlar büyük derttir diyor.. boş konuşmuyor..bir bildiği var.. ordu onu kamboçyaya gönderdiğinde onsekizindeymiş.. dediğine göre sağlam dönmüş.. sadece gezgin sirkteki bir senegal aslanına kolunu kaptırmış.. josephin de benim gibi eskiden karısı varmış.. kadın onu kamboçyadan dönen başka bir asker için terketmiş.. suç bendeydi diyor joseph.. aslanın suçu yokmuş”…

“bazen insanlar size kendileri hakkındaki sırları gereğinden erken anlatır ve kendinizi sorumlu hissetmenize neden olurlar..”
hem güzel de..

genç ama hem dergi çıkarıyor..
hem feminist =P.. iyi hırsızda.. 19yyda bir hırsız bir çocuk erkekler dünyası ve o dünyanın kadınlarını yazmış.. ama kadınlar aslında o devirde evlerinde ve koruma altında yaşasa da binlercesi de fabrikalarda çalışıyormuş.. işte onun kadınları da çalışab çalışan kadınlar ve fiziksel olarak değilse de.. birçok yönden erkeklerinden daha güçlü imiş..
ödülleri var.. yazar olarak.. anlatımı betimlemelere dayalı.. o yüzden betimlediklerinin resimlerini de çekmeye başlamış..
feysimin bukunda da var hem..
bi bakmalı bence..

18 Temmuz 2010 Pazar

öylesinebikolajolsundemiştim

 

ama baktım iki satır da diyeceğim varmış..

bu yazı.. üçüme temuzuma.. ve yirmiliğe.. ve bir yabancı blogcuya göndermelerle dolu..

sezen dinledim yolda biraz gene..

savaşçı değil filozof yanım önde yine..

reddetmek yeterince acıtırmı..

pasif saldırganlık gibi pasif red de var mıdır ve etkili olabilir mi..

pasif hiç bişi gibi etkisiz midir ki..

öyle bile olsa..

savaş alanından çocukları kurtarmak gerekir mi..

çocuklar hala çocuk mudur..

soru çok..

kendimi anlasam yeter..

en zoru da budur..

***********

dün yirmilikle ilgili bir osymkoçu ile görüşmeye gittim..

kuş filan kondurmadı.. ben sadece kendimi rahatlattım..

evdeki hala mutsuz..

gıyabında küstah ifadesi kullandı osymkoçu =) tanımadan etmeden .. isabetli ve eksik dedi.. aynı zamanda ukala..

herkes takla atardı bunlar için dediğimde.. kim onlar kim onlar diye çığlıklar atıyor..

en acısı alçakgönüllülüğü ben öğretemedim.. ama dışarda.. olmadık şeyler yaşayarak olmadık kişilerden öğrenecek.. canı yana yana..

*************

osymkoçu zamanın cinlerinden sülalece cin ve bilimadamı..

bir ara fakülte yılları konuştuk aynı zaman diliminde gitmişiz fakülteye.. aynı zaman diliminin türkiyesi..

ben bilmiyodum cem karacanın bir parkalı şarkısı varmış bana ondan bahsetti.. ben de son zamanlarda o yıllardaki türkü ve marşları anımsadığımı söyledim.. ve bunu ilk kez duyduğumu.. benim kocaman bi arşivim var dedi..

beraber dinleriz bi gün..

 

sevdim onu.. ben konuşurken.. sözümü kesmeyip dinlemesini.. ki bazen ben hastalarıma bu profesyonelliği gösteremem..kibarca da olsa konudan dağıldıklarında geri çekerim esas noktaya.. eminim yılın bu zamanında onun da vakti altın gibi değerlidir..

ki zaten ben çıkarken bir aile bekliyordu onu kapıda..

yumuşak ifadeli biri idi..

evde ondan öğrendiklerimi.. ki aklın yolu bir ben de bakıp aynılarını düşünmüştüm ama önemli bir tedirginliğim vardı onu giderdi..ve yirmiliğin düşündüklerinden farklı bişey yoktu seçme ve sıralamada.. yirmiliğe aktardım..

laf arasında bana birlikte devrimtürküleri arşivini dinlemeyi önerdi dedim.. sence bu erkek jargonunda.. pul koleksiyonuyla aynı anlama mı gelir.. ne bileyim dedi.. ilgilenmedi bile..

***********

eğliyorum işte bedenimi ve gönlümü..

aslında kırmasalar ne kolay eğlenebilen parçalarımı…

 

düşündüm.. düşünmekten daha yaralayıcı bişey yok..

aksın hayat geldiği gibi.. geçsin zaman bildiği gibi..

*************

şu aşağıdaki şarkı değil felsefe yazısı gibi.. okuyun bi kere mırıldanarak bence..

**************

Bazen daha fazladır her şey
Bir eşikten atlar insan
Yüzüne bakmak istemez yaşamın
O kadar azalmıştır anlam
O zaman hemen git radyoyu aç bir şarkı tut
Ya da bir kitap oku mutlaka iyi geliyor
Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar


Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor


Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor


Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür


Ömür imtihanla geçiyor
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir


Bir şiirden bir sözden
Bir melodiden bir filmden
Geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor


Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden
Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor
Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir

**************************************

videonun başında dediklerini de dinleyin.. bence.. kendi ağzından kendi ithafıdır..

15 Temmuz 2010 Perşembe

nooldubakalımlys

demiş joA.. burda pek öyle kişisel annesel şeyler yazmam.. daha çok ilişkisel dialoglardır.. buraya aktadıklarım..

ama bu bir duygu durum.. o yüzden yazacağım..

bi bilsem….diye yazacağım..

bilmiyorum gerçekten..

elimizde sonuç..

yedi sütun bi sürü puan..

bunlardan birini kullanacak ..

şimdi efendim..

birmilyonyediyüzküsur çocuğumuzun katıldığı maratonda..

onaltı ile yirmibin arasında bir yerde..

girdiği silsile halinde sınavlara artı okul başarı puanı eklenince.. geldiği durum bu..

başarı puanı olmasa.. çok daha yüksekte bi yerde..

çalışsaydı okulda da..

evet di mi..

okulda en çalışkan olanın puanı belli işte..

okul birincisi.. yüz üzerinden yetmişdörtnoktabişi ile mezun oldu.. yetmiş beş değil..

yani okulun en iyisinin not ortalaması bile üniversite giriş başarısını düşürdü..

iyi bir yabancı dil çevre kültür ve kişilik kazandı ama..

bunların ilerideki mesleğine iyi katkısı olacak mı??

atalet bitek kendi tarafını tutar..asla kayırmıyorum..

ama sistem bu.. uyduk işte.. aslında eskiden bu 20liğin okulu gibi kullara gidenler son yıl bir devlet lisesine geçiyorlardı .. gittikleri okulun birincisi filan olup beşüzerinden beş ortalama ile katsayı yükseltiyolardı.. vardı yani bunu yapan..

e ama şimdi tabii son birkaç yılın ortalaması alınınca.. olamıyor bu iş..

yirmilik.. ille sadece bir tek fakülteyi istiyor.. sadece onu..

hatta sonunda ben iyi bir üniversitenin iyibir bölümne giden ve çok mutsuz olan biri olucam diye kendi özetlemişti kendini.. doğru da çıktı..

puanı dörtyüzdoksanyedi.. ki zaten sınav stresinin de tutsağı oldu ilk sınavda.. tam çıkarabileceği bi sınavda tam beş kere 9dan 12 çıkarıp eksi dört buldu mesela.. ki aslında bir soruya onbeş saniye süresi varken..

iki yıllık tarihinin en düşük puanını yaptı matematikte.. fende iyi.. ama.. okul puanı da girince işin içine. o istediği yer olmuyor..gibi.. sanki..

e başka istediği de yok..

yani öyle lüks bi derdi var ki..

itümühendislik okuyabilir ama mutsuz olucak..

gibi..

ya da inadından yine de o diğer fakülteyi yazıp açıkta kalabilir..

girmeyeyim i daha sınava gireyim demeye başladı bile..

ama benim ruhum bu strese dayanmayabilir..

yazıl bi yere yine gir sınava dedim.. ama o zaman puan kaybediyorum dedi..

yani anlayacağınız..

araftayız..

özellerin adını anınca küfredilmiş gibi davranıyor zaten..

sağlık olsun sen ne yaparsan olur desen.. aşağılamışsın gibi..

bilmiyorum ne oldu..

ya da ne olacak..

işin kötüsü kimse de bilmiyor..

ilk deneme..

diğert yıllarda hangi fakülte hangş puanla öğrenci almış bile diye bi baz alamıyoruz.. ilk defa denneniyor bu sistem..

bu durumda soruyorum..

bugüne kadar toto loto atyarışında en iyi tutturan hanginiz..

tercih listesini doldururken ona danışayım..

ha sistem..

sistemsizlik üzerine.. ben hem kendi yirmiliğimin hem de diğerlerinin son iki yıldır geceler boyu çözdükleri testlere.. yaşayamaıkları flörtlere.. gidemedikleri sergi gösteri konserlere.. yaşayamadıkları gençliklerine yanarım..

dahası bu sınav sonucunda.. birbuçuk milyon çocuğun sadece üçbeşinin hayalindeki mesleğe yönelik seçim yapabilecek olmasına.. diğerleri.. puanının tuttuğu bir işi öğrenmeye girecek.. fakültesine..

sosyopattan insan aynakları uzmanı..

çocuk sevmeyenden öğretmen..

empatisizlerden hekim.. çıkacak bi sürü daha..

yirmilik.. onun ne yapacağını bilmiyorum..

ilerde hoş akıllı girişken ve girişimci bi adam olarak yaşamını sürdüreceğini biliyorum.. ama hangi meslekte işte onu bilmiyorum..

*************

zamanında benim okulumu kazanmıştı lise girişte.. ama bir üst puandaki okula da şansı vardı..

hepsi yazlıktaydılar..

bir ben burada..

kayıtlar için saat üçe kadarbekleniyor.. üçten sonra puanlar azıcık aşağı çekilebiliyordu..insanlar organize..ailelerin bir bölümü bir okulda.. bir bölümü diğer okulda..

eğer açık kayıt kaldı haberi gelirse.. daha düşük puanlı yerden dosyalara kuryeye verilip gönderiliveriyor..

bizim iki okul seçeneğinin biri harbiyede.. diğeri modada..

ben telefon açtım dedim ki.. gelin ana kayıttan kendi okuluma yazdırayım.. öbür tarafta puan düşmezse yetişemeyebilirim esas okula.. yok dediler düşer o .. sen oraya ver..

düştü gerçekten.. ve verdik.. iki okul arasında.. yirmi puan fark vardı..

bir arkadaşım da bizim okula verdi kendi oğlunu aynı yıl..

bu yıl da beraber sınava girdiler..

yirmiliğin başarı puanı .. nedeniyle sıralaması en az onbin kişi geriye kaydı.. o çocuğun da sekizbin kişi öne geçti..

yirmiliğin okulunda kimya öğretmeni yanlışlıkla kendi hazırladığı sınav cevap anahtarını da öğrenci kağıdı sanmış düzeltmiş.. kendine altmış vermiş desem..

okulda çalışma disiplini filan anlarım da ..

bir okulun okul birincisinin yetmişdört olamsıni anlamam zor benim..

ama derler ya.. kaderi aslında seçmediklerin de belirleyebilir..

**********

yine lise giriş sınavından bir duygu durum..

bu öyle bişey ki..

lise giriş sınavında.. binde ikilik dilimde idi .. yirmilik.. ondördünde iken..

bin çocuktan 998inden daha iyi puan almıştı ama kendini başarısız hissetti.. çünkü en tepedeki okula gidemedi..

gidememek hiç biyeri kazanamamak  ayrı bişey .. ama bu başarılı iken başarısız hissetme durumu.. bunun getirdiği kargaşa.. bu çok ondördünde bir çocuğun taşıması zor bi duygu..

neyse dedim ya taraf değilim.. bu çocuk.. ama iş böyle olunca üzerimizden bir katar geçti..

ben çocuğuma üzülüyorum.. evet..

yaşamı boyunca ilk defa bu kadar motive ve sistemli oldu..bu arada hiç bir alternatifi hiç bir örneği dinlememekte.. o fakülte.. bu özel.. filan dediğimizde.. yüzümüze ümitsiz vakaymışız gibi bakıyor..

vatana millete hayırlı olsun bakalım..

yazan.. boşbakan atalet…

ps: bir zamanlar yaşamın zorlu bir zamanı idi.. robot gibi yapmam gerekenleri yapıp.. vermem gereken cevapları verip.. öpmem gerekenleri öpüp..

yatağa girdiğimde.. sevinirdim.. bugünü de hasarsız atlattık diye..

işte onu anımsadım.. akşam olsa da yatsam keşke ve yattığımda öyle diyor olabilsem..

14 Temmuz 2010 Çarşamba

karagözlübikızçocuğu


olduğumu.. ergenliğimi hep anne olduktan sonra hatırladım..
çocuk’su büyütürken..
hayaller hayal kırıklıkları.. kendini akıllı sanmalar kurnazlık denemeleri.. hep kıyıya oturuşlar.. bedel ödemeler.. ağıra gitmeler..
hırçınlıklar..
sessiz küskünlüklerimi ..
onlarla hatırladım..
hep duygusal tartaklanma yaşamadım elbet.. yani öyle ezik filan değildim..
kendi dünyasında yaşayanlardandım biraz.. kendi kendine mutlu olanlardan.. o yüzden olay ya da duygu tavan yapmadıysa.. iz bırakmamış..
buna rağmen..
kara gözlü ergen.. olduğumda pek sıkıntılar vermiştim evdekilere.. anlıyorum..
bu karagözlü ergen.. olduğundan büyük görünenlerden.. 15ken yirmilik gibi olanlardan.. evin ön kapısında.. laklaka tutardı arkadaşını ki caddenin başından bir kara gözlü geliyorsa.. gelirken görebilsin diye.. burda “bir” belirsiz sıfat değil.. belşrli bir karagözlü idi söz konusu. yaşadığım bölgede.. ilgimi çeken tek ve ilk ve son xy..
onun geçmesinden hemen sonra.. bahçedeki salıncaklara yerleşilirdi..
hemen yanıbaşında sarmaşıklı bir çit olan salıncaklara..
sarmaşıkların hemen arkasındaki çay bahçesindeki o noktaya en yakın masaya oturur mu o kara gözlü diye.. görebilmek için vişneler oldu mu kontolü yapmaya.. o da olmadı lalehanın 3. kattaki evinin balkonuna..
hatırlıyorum da bir keresinde tütsü yakmış.. işaret ve orta parmaklarımızın arasında tutup arada bir ağzımıza götürür gibi yapmakta yani uzaktan bakan varsa.. sigara içiyor gibi görünmeye uğraşırken lalehanın annesine basılmıştık..
bi anlam da vermememişti kadıncağız.. ama kötü bişey yaptığımızı anlamıştı.. ne olduğunu anlamasa da.. ellerinde tütsüyle iki kız çocuğu =D..
her ne yapıyoduysanız yapmayın demişti.. derhal kesin.. =D..
ama “kara gözlü “kocaman adamdı.. varlığımızın bile farkında olduğunu sanmıyorum..
bunca yıl sonra adını hatırlıyorum.. hayko.. daracık kocaman yakalı siyah gömlekler ve daracık ispanyol paça siyah pantalonlar giyerdi.. yaz sıcağında..
ivıl aydı takma adı.. kötü bakardı..  ama sürmeliydi gözleri napiim..
ha bi de gerçekten matineler olurdu.. sadece s’leri ezen sesini duyduğumuz bir rum solist vardı ve gerçekten aklıma kalan üç şarkı var..
tamara.. ve.. kara gözler.. =P.. ha bi de.. niksarın fidanları.. o zamanlar bilmezdik ama kavırlanmış hali ile.. =P
bu şarkıların orijinal halini bilmezdim.. kim söylermiş’ini de.. o zamanlar evde dalida mireymatyö ve albüm kapağındaki resimleri hoşuma gitmeyen ama seslerinin buğusuna bayıldığım enriconun genç hali ile..kristian adam ve mişelfügen .. şu ıssızadamın meşhur ettikleri.. =) işte onları dinlerdim bağırta bağırta.. ve tekrar ve tekrar ve tekrar.. sözleri çıkarılacak şarkıların ezberlenecekler..
arada bir saimehanım canhavli ile kapıyı açar.. sustur artık şu kadını derdi hışımla.. kimbilir kaçbininci dinlememde iken..
saime hanım daha incesaz tarzında bir zevke sahipti.... cemal bey de.. aryalarıyla hımmlayarak.. öyle akşamları radyosunu kısık sesle açar gülümserdi.. gözleri kısık.. dinlerken.. parmakları oynardı kendinden bağımsız gibi..
biraz ukalaydım o zamanlar ukala aileden gelirdim ya da.. tipik koej kızı.. türkçe müzik dinlemez..
düzeldim ama yıllar sonra =P..
**************
üstüste aynı şarkıyı dinlemekle ilgili bir yazı okudum geçenlerde..
insana güven verirmiş.. tekrarlayan ritm ve şarkı.. o yüzden ergenler bunu sık yaparmış..
ama kendi isteği dışında bir şarkıyı üstüste dinlemek erişkinler dışında sinirlendirici bir etkiye sahipmiş..
bundan işte..
sen dinle dinle delirt evdekileri.. sonra git kendi ergeninden kendin delir… =D..
bütün mesele istekte..
ya da.. istemeden dinlemekte..
**************
ecem tamarayı bulmuş.. ekliyorum.. hatunun yırtmacına da bayıldım bu arada.. sööliyim =P

Sevim Çağlayan Tamara | video.eksenim.mynet.com
***************
dün yeni bir dizi izledim müziğini pek sevdim onu da ekleyeceğim..

***************

13 Temmuz 2010 Salı

öyleherevdearabatelefonyoktu

iletişimden ve ulaşımdan doğan tehlikelerden haberimiz de yoktu..

mahalle çocuğu gibi sokakta oynamama izin yoktu..

çünkü ayla vardı.. sarışın ayla..

bir dönemin kız çocuklarının kabusu.. kapısının önünden kaçırılan ve asla bulunamayan ayla..

çocukluğumu yedi..

kapı önü yasaktı..

apartmanın bahçesinde kalmaktı yaz demek..

lalehan vardı arkadaş olarak bi de.. hani her fırsatta satan lalehan.. üçlü salıncak yaptırmışlardı bahçeye bizimkiler.. koltuk gibi.. hasırdandı oturma yerleri.. kameriyenin altında.. gölgede.. tek başına sallanan  bir çocuk kadar hüzünü birşey var mıdır..

eh dirençli olmak gerekirdi.. kendini oyalamayı bilmek gerekirdi..

kitaplar sağolsun..

bahçe katıydı evimiz.. cemal beyin bir cennet yarattığı bahçede geçerdi zaman..

tembel olur insanoğlu oyun dışında o yaşında..

saime hanım açık uçuk gri - mavi üzerine el kadar lacivertli grili.. çınar yaprakları deseni olan bir kapri pantalon dikmişti bana..

zırt pırt bahçeden eve girmek .. su istemek annenin işini bölmek .. bütün çocukları /kaç tanelerse bu kadar kısıtlama içinde/ kapıya su diye dikilmek yasak..en azından azar konusu..

ben şanslıyım.. bahçe katı.. pencereler fora.. atlıyorum pencereden içeri.. kapıyorum bir .. ya da birkaç meyve.. içiyorum suyumu.. kaçıyorum dışarı ruhları duymadan..

da..

cemal bey pencerelerin pervazlarını kusursuz beyaz ister..

bense çocuk dikkatsizliğimle ancak yeni pantalonda.. kocaman beyaz bir boya lekesini gördüğüm anda farkettim bu kusursuz beyazın yeni yeniden boyanmış pervaz demek olduğunu..

kabus..

saime hanım oynamaya giderken giyme demişti.. ben de kitap okuyodum zaten en fazla ne olabilir diye giymiştim.. çocuklar ve yeni şeyler bir arada ayrı ayrı duramaz.. lekeyi görünce benim içim karardı..

saime hanımın sadece tek bir kaşı kalktı.. söylemedikleri içimi yaktı..

suçluluğun en ağırı yüze vurulmayan mıdır..

telefon yoktu.. arkadaş da.. içimde kaldı dedikodusu yapılamayıp.. hafiletilemeyince..

araba azdı.. sefası da..bir nedenle arabaya binip bir yerlere gidildiğinde..  çocuk kısmı pencere kenarını kapardı.. camı açar yüzüne yüzüne alırdı rüzgarı..

saime hanımın arkadaşı vardı.. çocukluğunda bir araba kazası geçirmiş.. birine el sallamak istemiş güya.. rivayete göre.. yandan geçen araba kolunu dirseğinin üzerinden koparmış..

bilmiyorum doğruluğunu.. talidomid kurbanı bile olabilir.. akraba evliliği kurbanı da.. neyse kabusumdu..

camı açardık da.. kimse yüz felci olursun demedi de..

kimse.. yüzüne arı çarpar demedi..de herkes kolsuz melahat gibi kolun kopar dedi.. ya da başın..

bir yerlerde bir elektrik hattı düşmüştü.. bir yolun üzerine ..üstü açık şevroleyle gelen bir ailenin tümden kafaları kopmuş derlerdi.. bi de .. kafaları dışarı uzatmak da yoktu../ bu arada yola da asfalt denirdi değil mi/

açık pencereden kafayı çıkarıp rüzgara kaptırıp saçları kısık gözlerle yoldakiler yayalar diğer arabadakiler seni ne kadar güzel cesur havalı görünüyorlar diye hayallenmek isterdi gönül ama o araba kazası ile melahat.. yeterdi..bunu benim yaşamamam için.. ayla ve melahat en çok yazın anılırdı bizim evde..

güneş çarpardı eskiden bizi..çarpabilirdi..o yüzden öğlen uykuları şarttı.. uyunmasa da evde odanda kalırdın..

armut.. mısır.. kavun yenince üzerine su içilmezdi.. cırcır olunurdu.. süt mısır diye bağıran adama gıcıktım.. dondurmacıya da  hep çay saatinde gelirlerdi.. bizim oraya .. yeni yedin derlerdi.. büyükler..şimdi olmaz..

sucuk yenmezdi sıcakta.. uyuz olunurdu.. bunu neyse ki çürüttüm yıllar sonra.. datçanın sıcağında.. ne olucam uyuz muyuz olunmaz .. dedim de parazitoloji dersinden tam notla geçen tıp mezunu olarak.. dayım vardı benim bi de.. pöti  fetim.. her datça sabahı haber gönderirdi bana.. atalet gel uyuz olalım diye.. yaz sabahları kahvaltı şenlendi sayemde..

sonra..

önce telefon sonra cep telefonu ..emesen tvittır..feys.. çıktı da.. herkes kendi küçük yalnızlığına saklandı.. hem vitrindesin hem en yakınlarından uzakta..

erbegler emniyet kemerleri..çocuk koltukları  çıktı..

yüzelli santimden kısa çocukların ön koltuğa oturması ölümcül oldu..

emniyet kemeri takmamak.. kınanması gereken bişey oldu..

klimalar çıktı.. pencereler kapandı.. kapılar çelik kapı oldu..  her köşede pet şişede su satılır oldu.. kapıya oyun arasında su diye dayanan kalmadı.. kimse kendisi için dikilen bişeye sahip değil.. zaten pencereler pimapen..

hüzünlendirecek şeyler yok artık.. tümüyle sessiz bir hüzün

kaldı.. ev girilip çıkılan biyer..

gazetelerde sayfa sayısı arttı.. televizyonun bağırmadığı tehlikeleri oralara eklediler.. üçüncü sayfa bir sayfaya sığmıyor.. her sayfada uyarılar.. ama korkan yok.. okuyan anlayan yok..

meyveler özel sularla yıkanmalı.. dolabı açıp alıp ısıramazsın..  sebzeni  meyvenin kurtlusunu alın diyorlar şimdi de.. hormonlu ve ilaçlı olmadığının garantisiymiş.. hormonlu meyveden .. tavuktan.. erkek çocuklarda meme kanseri arttı.. gitti..

faktörler var altmışlara kadar.. öğlen uykuları kalmadı.. onu bırak uyku kalmadı zaten her evde ışıklar sabahlara karşı sönüyor..

arabadan senin başını çıkarmana gerek yok.. karşı yönden uçup gelen araç tam tepene düşebiliyor artık..

yaşam kesinlikle daha tehlikeli.. o yüzden uyarılara takan yok..

************

işe gelirken babasıyla arabada giden arka pencereyi açmış.. saçlarını rüzgara vermiş.. gözlerini kısmış ve benim yüzümde kendisiyle ilgili fikrin belirmesini görmeye çalışan kız çocuğunu görünce.. aklıma gelenler..

önce işaret diliyle sok kafanı içeri diyesim geldi..

sonra çok güzelsin diyesim..

ben bişey diyemeden.. yeşil ışığa döndü .. ilerledik iletişemeden..

nostaljim filan gelmedi..

yanlış anlamayın..

yazın buğusunu hissetmem gerek..

artık sıcak avlulu biryere gidip.. öğleden sonra suyla serinletip.. çay sofraları kurmam gerek benim.. ama LYS sonucu bekliyorum çakıldım buralara..

sahi en son avlu yıkayan hastam da.. hemen sonrasında felç geçirmiş de.. gelmişti bizim kliniğe.. =P..

demek ki neymiş..

hayat bir riskmiş..

ellemeden bırakmalıymış..kopuk dökük anıları..

bir aradalıkları hüzün verirmiş..

ve yararı da olmazmış.. ellemeden bırakınca da.. döner dolanır seni bir daha olmadık zamanda olmadık suçlamayla karşı karşıya getirirmiş..

demek ki neymiş..

hayat bir riskmiş..

yol alıp gitmek.. gerekirmiş..

camdan giren rüzgarın getirebileceklerini.. rüzgara vermeliymiş..


*********
edit.. 13.00
ecemin katkısı..
"Kayıp kızının peşinde bir baba


Selahattin Bey, yarı baygın haldeydi. ‘Bana telefon vermeyin, konuşacak halde değilim’ dedi. Ağabeyi ısrar etti; ‘Sivas valisi arıyor, ayıp olur. Buldukları kız da yanındaymış’ diyerek uzattı telefonu.

Önce valinin ‘Ayla yanımda. Seninle konuşmak istiyor’ dediğini duydu acılı baba, ardından da küçük bir kızın sesi geldi ahizeden. ‘Baba ben Ayla’yım, seni çok özledim.’

Ahizeyi yere fırlatmasıyla arkasına dönüp ellerini pencereye vurması bir oldu. Camlar yere inmiş, sağ elinden oluk gibi kan akıyordu. O ise akan kana bakıyordu şaşkın bir halde.

Oysa o sabah Sivas’tan müjde verildiğinde umutlanmıştı. Haber bu kez ciddi görünüyordu. Yıldırım baskılar yapmış, ‘Kayıp kız Ayla Sivas’ta bulundu’ manşetleri atmıştı gazeteler.

Saatlerce heyecan içinde bekledikten sonra telefonda o kızın sesini duyunca yıkılmıştı Selahattin Bey. Beklediği ses değildi işittiği.

Nitekim ertesi gün polis Sivas’tan getirdi küçük kızı. Ayla ile ilgisi yoktu. Yine birileri oyun oynamıştı belli ki."
devamı için
********
edit2 : 13.15
bunlar olurken.. biz bahçede salıncakta sallanırken..
yandaki çay bahçesinde ctesi öğleden sonraları canlı müzik çalar.. bir rum delikanlı eze eze.. "hopaSina sinanay diye şarkı söylerdi..
o zamanlardan .. bir de..
"tamara" kaldı..
sözleri de budur..
"Cihanda Tek Meleğim (Tamara)
Cihanda tek meleğim
Bir tanecik bebeğim
Gelemezsen haber ver
Ben sana geleceğim

Tamara Tamara
Açma kalbimde yara
Tamara Tamara
Paraları verdik kumara

Ne güzel gülüşün var
Beni öldürürsün yar
Üzülürüm gelemezsen
Bir öpücük vermezsen

Tamara Tamara
Açma kalbimde yara
Tamara Tamara
Paraları verdik kumara

Kalpleri aldatırsın
Yalvartır ağlatırsın
O güzel saçlarını
Kimlere koklatırsın (taratırsın)

Tamara Tamara
Açma kalbimde yara
Tamara Tamara
Paraları verdik kumara"
müziğini bulamadım.. bulan olursa.. eklerim..

10 Temmuz 2010 Cumartesi

sabahsabah

deli ettiler beni ya..
biri evden çıkmadan diğeri işe geldiğimde başımı kaşıyamazken..
ben bıktım bu kadın milletinin bu tarzından ya..
dırdırsız bir dünya için elele kampanyası açacağım..
nasıl sadece söylenerek varlıklarını sürdürebeileceklerini .. gösterebileceklerini düşünürler ya..
kim öğretir .. kim doğrular bunu..
çok kadın var ya çok.. bi çoğu da.. sinir bozucu evet..
üfff…
Follow my blog with Bloglovin